ROMA, YAŞAYAN TARİH!
Rehberimiz bir zamanlar köleci toplum anlayışının sembolü olan Roma’yı ve İtalya’yı bize anlatmaya çalışıyordu. Roma’nın şehir olarak sur içi ve sur dışı olarak iki bölümde varlığını sürdürdüğünü ve sur içindeki Roma’nın eski Roma olduğunu, burada 2000-3000 yıllık tarihi geçmişi olan eserlerin bulunduğunu ve çok iyi korunduğunu anlatıyordu. Çok fazla dikkat etmediğimiz bu anlatımlar otelimizin önünde otobüsümüzün durmasıyla son buldu.
Kısa sürede otel odalarımıza yerleştikten sonra, kendimizi dışarı attık. Pek de düzenli olmayan sokaklarda yürüdükçe gördüğümüz sıradanlık, biraz daha yürüyelim ilerisi mutlaka daha düzenlidir beklentisi ile devam edip sürdü. Ama yürüdükçe düzeleceğini beklediğimiz sokaklar bir türlü düzelmiyor, aksine daha da sıradan taşlarla döşenmiş yaya yolları ve birbirini kesen caddelerle devam edip gidiyordu. Bir anlam veremediğimiz bu görüntülerin yanında dikkatimizi çeken önemli bir ayrıntı daha vardı. Her köşe başında mutlaka anlamı olan mermer bir eser vardı. Bu eserlerin çoğu kez mermerden değil de kumaştan olduğunu zannediyorsunuz. Çünkü mermer o kadar mükemmel işlenmiş ki, bunu böyle görmemek mümkün olmuyordu. Hemen her sokağın sonunda geniş bir meydan ve etrafı tarihi eserlerle ve yapılarla örülmüş bir ortamla karşılaşıyorduk. Rönesans ve Reform döneminin ihtişamlı sanatçıları, bu eserleri gördükçe sanki önümüzden bir tören alayı ile geçip gidiyorlardı.
Birazda hayal kırıklığı ile gezdiğimiz meydanların birinde tanıdık ve burada yaşayan bir dostumuza rastladık. İçimizdeki, Avrupai bir şehri görememenin burukluğunu dostu yüzü sevince dönüştürdü. Dostumuz hissettiklerimizi anlamış gibi hemen anlatmaya başladı. Bak hocam burası en az 2000 yıllık eserlerle dolu, caddeleri de binlerce yıl önce Roma atlılarının geçtiği caddelerdir. Burada hiçbir şeye dokunulmaz. Burada 200-300 yıllık binalar yeni sayılır. Ünlü Venedik Meydanı’nda da, Santiago Meydanı’nda da bu böyledir. Eski kollezyum alanında da, Tiberi nehri boyunca da bu böyledir. Burası bir ilkçağ-Ortaçağ görünümünde gerçek bir tarihi şehirdir. Burada tarih yaşatılmıştır ve adeta canlıdır.
Arkadaşımız bunları anlatırken; kendisine saray yapmak için yer bulamayan ünlü Roma Kralı Neron’un, buna kızarak Roma’yı yakması aklıma geldi. Roma ilkçağda dünyanın en kalabalık şehirlerinden biriydi. İmparator Neron kendisine bir saray yapmak ister. Ancak gelin görün ki Roma’da binalar çok sıkışık yapıldığından saray yapacak boş alan bulamayan kral Roma’yı yakar. O anlayıştan; bu günkü tarihi yaşatma anlayışına ulaşmak doğrusu takdir edilecek bir gelişmedir. Bu anlatımlar sırasında şehri de yaya olarak gezmeye çalışıyorduk.
Dünyanın en küçük, en zengin ve en etkili devletlerinden biri olan Vatikan’ın yakınlarımızda olduğunu söyleyince oraya yönlendik. Yılbaşı ayinlerinin yapılması için hazırlıkların yapıldığı Santiago Meydanı görülmeye değerdi. Romalılardan itibaren binlerce yıldan beri korunan tarihi eserlerle örülü olan bu meydan bir tarih laboratuarı gibi geldi bize. Hani her çağdan ne ararsan biraz değil fazlası vardı. Dikkatle izlediğimiz bu görüntüler ve şehir gezimizin sonunda anladık ki; şehir eskinin önemi ve değerinden dolayı yeni ile değiştirilmemiş ve olduğu gibi korunmuştu. Hayret etmemizin sebebi ise bizde eskiyi koruma şuurunun olmamasından dolayı başlangıçta söylediğimiz; bu nasıl Avrupa şehri yakınmasıydı. Meğer batılılar tarihlerini yaşayıp yaşatarak yarınlarını teminat altına almayı hedeflemişlerdi.
Bizde ise eski, yok edilmesi gereken bir düşman, yeni ise elde edilmesi vazgeçilmez olan bir hedefti. Hayatın bazı alanlarında geçerli olabilecek bu yaklaşım, tarih alanında bizi sınıfta bırakmıştı. Bu anlayış bizi neredeyse köksüz, tarihsiz bırakmış da hala farkında olamamışız.
Trabzonspor’umuzun tur atlaması yanında, gezimizin özeti buydu.