Pencere, Arnavut Kaldırımları ve Kutaisi'de Bir Sabah Vakti

Bir yaz daha geçip gitti. Zamanı ve yazı yazma, şehri dinleme, okuma vakti.

"Yabancı bir kentte yalnızım, kimseyi tanımıyorum. Burada konuşulan dili anlamıyorum. Ama birden kalabalığın içinde biri ışıldıyor, tıpkı kayıp bir kelimenin sayfada ya da küçük bir çayırın toprağın saçları arasında parıldaması gibi."

Kente Açılan Pencere | Yürüyen Kelimeler - Eduardo Galeano

Sonbaharın içinde, sessizliğin tam kalbindeyim. Kutaisi'de avlusu olan geleneksel bir Gürcü evinin üst katından sokağı izliyorum. Sabah oluyor, sokak lambaları birden sönüyor ve sokak işçileri arnavut kaldırımlarını döşemeye başlıyorlar. Her şey hızla ve büyük bir özenle yapılıyor. Bu kaldırımlar bu kadim kentin en büyük kurtarıcısı, çünkü şehir çok fazla yağmur alan bir coğrafya üzerine kurulmuş. Yağmurun en güzel yağdığı şehirdir Kutaisi. Evlerinin teneke damlarına ve sokaklarının arnavut kaldırımlarına vuran yağmurun orkestrasını dinlemek gibisi yoktur.

Ve bu konserler dizisi en çok bahar ve sonbaharda sıklıkla insanı mest eder. Arnavut kaldırımı demişsek adam gibi geleneksel kaldırımlar. Roma Gürcistan coğrafyasına kadar gelemedi belki ama Gürcü estetiği o kaldırımlar akıl edip,  memleketlerine getirmeyi bilmiş. Belediye işçilerinin melodik çekiç sesleri ve işledikleri taşın dokusu sanki zamanı donduruyor. Hayat ve yağmur akmaya başlıyor. Penceremden içeriye toprak kokusu doluyor. Dışarıya çıkıp şehrin ve yağmurun orkestrasına katılıyorum. Tenekeden olukların seslerini dinlemek için bazen bir kapı eşiğinde, bazense bir avlunun içinde oyalanıyorum. Sonrası tam bir unutuş...

Şehrimdeyim Trabzon'da. Gökyüzü somurtuyor, sonbahar yağmurları yağıyor ve rüzgârlar üşütmeye başladı. Cumbası altına sığınacağımız evler artık yok. Yağmur arnavut kaldırımlarına değil asfalt döşeli sokaklara yağıyor.

Sesi ve kokusu kaçmış bir geçmişin penceresinden, yüzümüzü döndüğümüz şimdinin kimliksiz, sağır ve kör duvarlarına bakıyoruz.

Zaman penceresiz insanları kör etmiş ve arka bahçelerin kokusunun yerini apartman duvarlarının sağırlığı almış. Şehirler bir kitaptır, insanları birer kapı ve şehirlerin insanlara açılan dost sokakları vardır. Sokaklar insanların eşlikçisi, sahipsiz kitaplardır. Sokaklar olmasa ne gökyüzünü görebiliyoruz ne ufku.  Sonra şehrin balkonları vardır, insan arada oturur, soluklanır ve dinlenir bu balkonlarda. Sokaksız, balkonsuz avlusuz ve kimliksiz...  Balkonsuz ve penceresiz bir şehir okunabilir bir kitap değildir. Şimdi biz bu şehrin çocukları ve yaşlılarıyla ne okuyoruz ne düşünüyoruz kim bilir?