ÖZERK–ÖZGÜR ÜNİVERSİTE!..

Seçimle gelmiş olsa dahi, “Hiçbir faşistin seçimle gitmeyeceği” sözünün en somut örneğini sergileyen Trump!..  İktidar hırsıyla gözünü karartıp, tamda Amerikan Kongresinin seçim sonuçlarını değerlendireceği gün, yandaşlarını Kongre binasının önüne yığıp, Amerika tarihinde ilk kez gerçekleşen, kanlı kongre baskınının çağrıcısı olması, çok değil birkaç ay önce N. Chomsky’in;

“Adam psikotik. Beyaz saraydaki koltuğunu kaybetme tehlikesine karşı karşıya ve bunun önlemek için elinden geleni yapacak… gerekirse ancak ordu zoruyla Beyaz saraydan çıkarılabileceği”  değerlendirmesini çokça doğruluyor.

Kongre baskınında beş insanın hayatını kaybetmesi sonrası,  ilan edilen sokağa çıkma yasağı ve ardından çevresince yalnızlaştırılmasıyla ancak olayın vahametini kavrayabilen Trump. Seçim sonuçlarını kabullenerek böylece kendini kurtarabileceğini zannetmektedir. Ancak Trump ve benzerlerinin bilmediği demokrasinin istenilen istasyonda inilebilecek bir tren olmadığı gerçeğidir! Zira  Demokrasi aynı zamanda hesap soran rejiminde adıdır!.. Trump’da hesap masasına oturacaktır!

Ülkemize gelince; Çağdaş demokrasinin ve bilimsel özgürlüğün en temel ilkeleri olan; liyakat, özgürlük ve dürüstlüğün hayat bulduğu özerk üniversite yerine, 2016 yılında yayınlanan OHAL -KHK ile kaldırılan Rektörlük Seçimleri anlayışının yerleşiklik kazanmasıyla, atanmışların egemen kılındığı bir sistem dayatılmak istenmektedir.

Oysa bir toplumun en önemli kurumları üniversiteleridir. Toplumun geleceğinin şekillendirilmesinde çok büyük yeri ve önemi olan bu kurumların yöneticilerinin, siyasi iktidarların dar çıkarlar ilişkileri doğrultusunda belirlenmesi demokrasilerde kabul edilebilir değildir.

Özerklik, bilimin ve çağdaş uygarlık yolunda ilerlemenin vazgeçilmez bir önkoşuludur. Bu nedenle tüm özgür ve demokratik ülkelerde bu ilke tartışmasız olarak benimsenmiş olup ülkemizde de Anayasal güvence altına alınmıştır.

Parti teşkilatı ile devlet aygıtı arasında ayrım gözetmeksizin, devlet memuru dahi olmayan bir Vakıf Üniversitesi mensubunu, salt kendi adamı diye yüzyıllık bir Devlet Üniversitesinin başına Rektör olarak atamak…  ülkemizin kurumsal geleneğini yok ettiği gibi;  Üniversitelerimizin evrensel, bilimsel ve toplumsal gereksinimleri üstlenmekteki öncü görevini engelleyip, Anayasal güvence altındaki Bilimsel Özerkliği  (Anayasa Madde-130) yok saymakla eş anlamlıdır.

Aralarında Atatürk Üniversitesi, Ankara Üniversitesi, Ege Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi gibi köklü kurumların da bulunduğu 20 Üniversitemizin rektörünün, bir dönem AKP yöneticisi veya milletvekili olan isimlerden atanmış olması.  Yani diğer tüm devlet kurumlarında olduğu gibi atamalarda temel kriterin göreve liyakat değil, partiye sadakat (siz onu tek adam diye okuyun) olması demokrasiyle çelişmektedir.

Bu durum karşısında; Demokrasiye sahip çıkma adına Boğaziçi Üniversitesinden yükselen güçlü itiraza,  iktidarın her zamanki gibi tepkisi, meseleyi polisiye önlemlerle bastırmaya, muhalefeti ayrıştırmaya, manipülasyonlarla tepkileri etkisizleştirmeye yönelik oldu. Protestoların başladığı ilk gün kelepçelenen (!) kampüs kapısında polis şiddetiyle yüz yüze kalan öğrenciler ertesi gün şafak baskınlarıyla gözaltına alındılar.

Ve bizler TV.lerde; Kendinden olmayanları düşman ilan eden bu çağ dışı anlayışın ürettiği kadroların, durumdan vazife çıkarıp sabahın köründe koçbaşı ile kapı yıkmalarına ve gözaltılarına tanıklık ettik. Aslında iki öğrencinin kaldığı evin kapısı bile değildi kırılan… evin duvarları yıkılmıştı!

Oysa, yıllar öncesinden “duvar dilsizdir, kapı konuşur” diye bilgece uyarır George Simmel!

Daha üniversitede sergilenen orantısız güçten işin varacağı boyutları kestirmek mümkündü elbette; polisin olmaması gereken yerde zaten “orantılı müdahale” bile hukuksuz olacakken. Sahiplerini aratmayacak şiddetle Akademik, demokratik hak taleplerinin dillendirildiği üniversal alanı pervasızca kelepçeleyip, öğrencilere orantısız güç uygulamak acaba hangi görev tanımı içinde değerlendirilecektir?

Bilmiyorlar ki,  kelepçe kullanıldığı yeri zindana çevirmek için vardır. Kayyum rektör kendisinin hiçbir kıymeti harbiyesinin olmadığını, sadece bir kelepçe olduğunu, kampüse polis kordonu içinde girerek kanıtladı. Efendiye itaate sabitlenmiş, onun görüşünün dışına çıkmayacak bir üniversite özlemi. İtaat etmeyene bir, itaat edene iki kelepçe!

İtaat etmeyeni özgürlüğünden mahrum eden ama itaat edeni çepeçevre kuşatan bir kelepçe!

Geleceğimiz, çocuklarımızın umudunu yok eden, onları özerk üniversite hakkından mahrum eden anlayış,  kendilerinin tepe tepe kullandıkları hak ve özgürlüklerin, diğer yurttaşlar için de bir hak olduğunu acaba ne zaman algılayabilecekler?

Kendi çocukları için özel statülü sırça köşkler inşa edip, yurtdışı burslarıyla besleyenler! halkın çocuklarına yoksa sokağı mı reva görüyorlar?

Kocaman ön adlı yönetim elitleri! Yasaklandığı için gerçekleşmemiş olanın, asla özgürlük  olamayacağını bilmezler mi?

Aslında bal gibi bilirler…