İnsani sorunların merkezinde hemen her zaman kadın var. Ne yazık ki; sömürü, cinsellik, şiddet...vb gibi konular kadınla birlikte anılır oldu.
25 Kasım – 10 Aralık “ Kadına Şiddet “ konusunda farkındalık yaratma günleri olarak değerlendiriliyor. Bu etkinliklerde, şiddeti tanımlama konusunda bir eksiklik yapıldığını düşünüyorum. Sıkıştırılan tanımlama, Şiddet = dayak.
Oysa kadına; ta kız çocuğu olduğu zamanlardan itibaren uygulanan onlarca şiddet yöntemi var. Toplumdan topluma, bölgeden bölgeye şiddet gerekçeleri değişsede; cinsiyet ayrımcılığı, cinsellik, gelecek planlaması, kıyafet algılaması, ekonomik bağımsızlık, özgür birey psikoloji, mahalle baskısı...vb gibi başlıklar sanıyorum en sık başvurulan şiddet yöntemlerindendir.
Trabzon’nun herhangi bir köyünde henüz tanımı yapılmamış, neredeyse geleneksel denilip kanıksanmış şiddet uygulamalarının bazılarını hatırlayalım lütfen:
Erkek çocuğuna kavuşma arzusunda dört kez hayal kırıklığı yaşayan ailenin 5. Kız çocuğu olarak doğmak.
Sevgi yoksunu olarak büyümeye çalışmak.
Daha kemikleri bile sertleşmeden “ sırtında yük taşımak” gerçeği ile tanışmak.
Hemen hepimizin tanık olduğu bu acı gerçeklere hangimiz “ Şiddet” olarak baktık?
Hayat akıp gider, yaşadıkları kendinde kalan kız çocuğu, ilkokulu bitirir ki en güzel anıları ilkokul sıralarında kalmıştır. Artık yeni şiddet alanlarıyla tanışma zamanı gelmiştir.
Allah’ın emri Peygamberin kavli ile, henüz 14’ ünü göremeden, amcaoğlunu görecektir. Öyle ya arazi bölünmemelidir.
Artık bütün köyün yükü sırtında, amcaoğlu ise gurbettedir.
Henüz çocukluktan kurtulamadan çocuk sahibi olmak ama anne olamamak
Kız çocuğu sahibi olarak beklentileri boşa çıkartmak
Amcaoğlunun gurbet dönüşleri, erkek çocuk tacizleri ve şiddet uygulamaları.
Ev halkının psikolojik baskıları karşısında arazide olmayı, yükün altında kalmayı çözüm olarak görmek.
İkinci üçüncü çocukta da gerçekleşmeyen beklentilerin karabasana dönüşmesi
Gençlik yaşanmadan, iki büklüm orta yaşa. Yaşa yaşayabilirsen;
Geçmiş travmaların oluşturduğu tortular mutsuz ve umutsuz annelik çağları.
Yaşanmayan çocukluk ve gençlik çağlarından sonra; “ olgun anne ve sadık kadın “ beklentileri.
Ve sabrın timsali olarak hayatını yavrularına adamak.
Ya sonra; sonrasını yazmak istemedim, belleğimizi yoklarsak, bu yolun “ ölüme kadar “ uzandığını hepimiz anımsayacağız.
Ben kadınım, hani bir söz var ya;
Saçları uzun aklıysa kısa,
Eteği eksik yamalı bohça,
Alçaklıktır bu aşağılama.
***
Ben anneyim, morluğa direnen,
Sitemini saçlarına ören,
Ağıdını yüreğine gömen,
Ben anneyim yaşadıkça ölen,
***
Ben Havva’yım ve de Ayşe,
Ben Meryem’im ve de Gökçe,
Ben Elif’im ve de Özge,
Ben insanım bu biline.
***
Tarih benim, gelecek de,
Dünya benim, Cennet de,
Yanan benim, sabreden de,
Sen donarsın, söndüğümde.