“...Siz bana öyle bir ülke gösterin ki, kardeşleriniz savaş halinde olacak, kardeşleriniz katledilecek ve onlar katledilirken biri çıkıp ‘bunun müsebbibi Türkiye’dir’ diye demeçler verecek;
O kardeşlerimiz katledilirken... Kars’ın Ermenistan toprağı olduğunu iddia edecek. Bütün bunlardan sonra o adam Türkiye’ye gelecek ve siz de elini sıkacaksınız...”
Ne kadar iddialı ve bir o kadar radikal bir söylem değil mi?
Kimin derseniz size ancak ipuçları verebilirim. Hani gazetecilik de 5N-1K sorgulaması vardır ya!.. Hah tam bu düzlemde bir Kim?
Yukarıdaki sözler, tam 28 yıl öncesi Türkiye Cumhuriyetinin 8.nci Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın cenaze merasimine katılmak için gelen Ermenistan Cumhurbaşkanı Petrosyan’a atfen, Refah Partili bir milletvekili tarafından Demirel Hükümeti muhatap alınarak ;“Hükümet, bu politikasıyla geleceğimizi ipotek altına almıştır” diye, hezeyan halinde TBMM kürsüsünden hesap soran bir hatibe aittir.
Yıllar yılları kovalamış, yağmur yağmış, güneş açmış! Aynı hatip bu kez “Tarih yazmıyoruz, tarih yapıyoruz” diyerek yeniden sahne almış; Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan’dan gelen maç davetini kabul ederek, Erivan’ı ziyaret eden Türkiye’nin ilk Cumhurbaşkanı olarak tarihe yeniden not düşüren has bahçenin Gülüdür!
Zaman içinde açılan bu yoldan emin adımlarla ilerleyen ardılları, öncelikle gömleklerini değiştirmekle işe başlayıp, 23 Nisan 2014’de 1915 olaylarında hayatlarını kaybeden Ermeniler için İlk Taziye Mesajını yayınlamıştır. Özverili çalışmaları nedeniyle kendilerine Büyük Ortadoğu Projesinin Eş Başkanlığı payesi sunulurken, Türkiye’ye de mevcut duruma uygun olarak Obama tarafından İslam dünyasına model ortak diye ilan edildi.
Ve fakat, Arap baharı ile Türk dış politikası kendi kendini öğlesine zehirledi ki, rüzgarlar tersten esmeye başlayınca artık Arap dünyasında Türkiye “yeni tehlike” olarak algılanmaya, yeni rol-model’ lere kavuşan NATO içinde de Türkiye’ye “sözde ortak” denmeye başlanarak itibarsızlık zemin hazırlandı.
Türk Amerikan ilişkilerinde ve NATO içinde böylesi tarihi kırılmaların yaşandığı bir süreçte, özellikle1915 olaylarının yıl dönümünün bir gün öncesine denk getirilen, Erdoğan- Biden arasındaki 3 ay gecikmeli telefon görüşmesinde! Soykırım konusu gündeme tıpkı bomba gibi düştü! Reuters haber ajansı ve Amerika’nın önde gelen gazeteleri. Wall Street Journal, New York Times ve Washington Post’a göre; görüşmede Biden, Erdoğan’a “Yarın 1915 olaylarını soykırım olarak anacağını” açıkça ifade etti.
Oysa bu güne dek ABD başkanları bu konuda oldukça titiz hareket ediyorlardı. Sadece Başkan Reagen, o da Kaliforniya valisiyken, “soykırım” kelimesini kullanmış, bunun dışında ABD başkanları sadece “büyük felaket” deyip diplomatik dille geçiştiriyorlardı. Bu boyutuyla Joe Biden, Ermeni soykırımı söylemini kullanan ilk Amerikan başkanıdır.
Kaldı ki, Ermeni diyasporasının etkin çalışmaları sonucunda; Osmanlı imparatorluğunda Ermenilere soykırım yapıldığı, 31 ülke ve ABD’nin Mississippi hariç 49 eyalet parlamentosunda politik bir çıkış olarak zaten kabul edilmişti... Şimdi kimse yalandan atarlanıp numara yapmasın. Herkes her şeyi tüm ayrıntılarıyla pekala biliyordu.
İyi güzel de aslında ne oldu? Kimi yorumculara göre, Biden’in okuduğu metinde itinayla! seçilen kelime ve ifadeler Türkiye’yi kaybetmeme tercihini açıkça yansıtıyor. Yani Biden bir boyutuyla ‘Sen de tepki göster ama çok da abartma’ diyor.( Nitekim 48 saatin ardından yapılan açıklama ve ardından Tam Kapatma kararı, gelebilecek olası kontrolsüz tepkileri sönümlendirici olarak okunuyor.)
Soykırımın özellikle Osmanlı döneminde gerçekleştiği vurgusu, İstanbul yerine ‘Konstantinapol’ denilmesi modern “Türkiye’yi bundan muaf tutuyoruz” şeklinde bir alt metin sunuyor. Böylece hem Biden ve ekibinin seçim sürecinde Lobilere verdiği söz yumuşatılarak yerine getirilmiş oluyor, hem de Türkiye incinmesin ya da hukuki sonuçlar doğurup baş ağrıtmasın isteniyor.
Ve bu arada Biden’in bu mesajı Osmanlı vurgusuyla iktidarın siyasal kodlarına ustaca dokunan siyasi bir tercih olarak da tarihteki yerini alıyor!
Hani kimi siyasetçinin dilinde pelesenk “nereden nereye” ünlemesi vardır ya? durum tam da budur! Ve bu duruma denk düşeceğini umduğum bir iletiyi paylaşıyorum;
“Uzun bir Medrese eğitiminden sonra diploma alan bir molla kentin büyük camilerinden birinde vaaz vermeye heves eder. Ancak ilk kez böyle bir kalabalık önüne çıkacağından, herhangi bir yanlışlık yapar da mahcup olurum korkusu ile güvendiği bir arkadaşından yardım ister.
-Ben ayak bileğime bir ip bağlayayım. Sen de kürsünün dibinde otur, ipin ucunu tut. Vaaz sırasında yanlış bir söz edersem ipi çekersin. Ben de anlar düzeltirim.
Aynı gün genç ve hevesli vaiz heyecanla kürsüye çıkar. Arkadaşı kürsü dibinde ipin ucundan tutarken, cemaat de pür dikkat vaizi dinlemektedir.
Duadan sonra salavat getirecek olan vaiz, ‘Kalennebi’ diyecek olur, ‘Kale...’ diye başladığı sırada, cemaatten biri, kendine oturacak yer ararken, yanlışlıkla ipe takılır. Şaşırdığını sanan vaiz, yanlışını düzeltmek için ‘Kıyle’ diye söze başlar. Bu defa arkadaşı yanlışını anlasın diye ipi çeker.
Vaiz iyice şaşırır ve ‘Küle’ der. Arkadaşı yine ipi çeker. Cemaat gülüşmeye başlar. Artık ne söyleyeceğini şaşıran vaiz, arkadaşına kızar. Kendi kendine: “İlk söylediğim doğru olduğu halde ipi çekti, beni şaşırttı. Onu dost bildim. O ise beni ilk vaazımda cemaate rezil etti...” diye düşünür.
Cemaat, vaizin ne söyleyeceğini beklemektedir. Adamcağız, iyice şaşırmış durumda, fazla durakladığını anlar. Cemaate şöyle seslenerek kürsüden iner:
-Ey cemaati müslimin, sizlere çok şeyler söylemek istiyordum. Ne yapayım ki ipin ucu… p..tun elinde, beni yanılttı, kusura bakmayın.”
İpin ucunu her daim kaçırıp, başkalarının elinde oyuncak olanlar! Bakalım daha nicelerine kapı aralayacaklar? İzleyip göreceğiz...
Güzel bir hafta dileklerimle.