İktidarı, muhalefeti herkesin dilinde 2023 var. Muhalefet partileri her an sandık gelecek gibi hazır olduklarını, sandığın aynı zamanda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ve 20 yıllık AKP iktidarının bitişi olacağını ve bunun en fazla 2023'e kadar ertelenebileceğini söylüyor. Partili Cumhurbaşkanı ise; "2023'te son bir eşik var, onu da aştığımızda yeni bir döneme giriyoruz" sözleri ile iktidarda kalacaklarının iddiasını dile getiriyor.

40'lı yaşlarını yaşayan, kendimi bildim bileli sol siyasi görüşe sahip ama siyasi görüşü ile sosyal ilişkilerini ayırabilmiş, olayları önce "insan" ortak paydasında değerlendirmeyi ilke edinmiş biriyim. Bunca sene sağcı solcu çok arkadaş, dost edindim; dinlemeyi bildim, kendimi de dilim döndüğünce anlattım. Sol görüşe dair en sık duyduğum eleştiri "halktan kopuk, egosu yüksek" vs. şeklindedir. Bunun birkaç sebebi olabilir. Türkiye'de sol görüşe sahip kişiler -bunlara aydınlar da diyebiliriz- şairdir, yazardır, tiyatro yapar; fikirler ortaya atarlar. Bu ülkede solcular bir araya geldiklerinde idealleri tartışır. Hedefleri vardır; kimseye "Sana iş vereceğim, ekmek vereceğim" demez. Onların ideali olan iş de ekmek de herkes için eşit uzaklıkta olsun ister; o nedenle kadrolaşmaz.

Bu haliyle doğru bir yerdeyken Türk solcusu bir de, kökeni halka yani üretene yani köylüye dayalı bir düşünceyi temsil ettiğini iddia ederek, köylüyü beğenmez biçiminde özüne tepeden bakan, şaşkınlıkla izlenen bir kesim var. Türkiye'de sola zarar veren "Yaban" misali tehlikeli bir kesimden bahsediyorum.


 

Türkiye'nin en iyi on romanı arasında gösterilen Yaban, I. Dünya Savaşı’nda sağ kolunu kaybetmiş, otuz beş yaşında, yalnız, karamsar, okumuş, genç bir subay olan Ahmet Celal’in hatıralarından oluşmaktadır.

Bir paşanın oğlu olan Ahmet Celal, I. Dünya Savaşı’na yedek subay olarak katılmış, bu savaşta sağ kolunu kaybetmiştir. Bu yüzden savaşamayacağı için İstanbul’a gönderilir. Ahmet Celal’in hayatta beklentileri tükenir, umutsuzluğa kapılır. İstanbul İngilizler tarafından işgal edilince Ahmet Celal, Emir eri Mehmet Ali’nin köyüne yerleşir.

Bu köydeki insanlar ya Ahmet Celal’in farkına varmazlar ya da onu önemsemezler. Oysa Ahmet Celal kolunu onlar için kaybettiğini bilmelerini istemektedir. Ahmet Celal ile köylü arasında çatışma buradan başlar. Ahmet Celal’e göre köylü geri ve cahildir, her bakımdan acınacak haldedir. Köylüye yaşanan günlerin Mustafa Kemal’in başlattığı Kurtuluş Savaşı’nın önemini ve gerçek yüzünü anlatmaya çalışır. Köylü ise yoksul ve bilgisizdir. Kimse ona inanmaz. Onları bu hale getiren Salih Ağa’nın sözünden çıkmazlar. Salih Ağa’nın her dediğine inanırlar ve onun etkisiyle Ahmet Celal’e cephe alırlar. Hizmet eri Mehmet Ali bile ağanın sözünden çıkmaz. Ahmet Celal ile sadece Mehmet Ali’nin anası Zeynep Kadın ve kardeşi İsmail dost olur. Diğer köylüler ise onu “YABAN!” olarak niteler.

Buradaki Türk aydını öznesi bir nevi son elli yılın Türk soludur.

Bir nevi öz eleştiri de yaparak anlattığım bu "halktan kopuk" durumuna nereden geldiğimi de anlatayım. Türkiye'de 1950'den bu yana sol partilere tek başına iktidar hakkı vermeyen halkımızın, "halk adamı" diyerek son 20 yıldır tek başına iktidara oturttuğu partili Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın üst üste yaptığı açıklamalar getirdi aklıma bu konuyu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın gençlere "Ülkemizi, imkânınız olursa Dünya'yı gezip görmek, farklı kültürleri tanımak için şartlarınızı zorlayın" tavsiyesinde bulunuyor. Ailesinin ekonomik koşullarını sonuna kadar zorlayarak Trabzon'a okumaya gelen öğrencim ise kendisini anlatırken, "İlk defa doğduğum şehirden çıktım." diyor.

Sayın Cumhurbaşkanı "Ben şunu yapıyorum, her akşam yatarken manda yoğurdu. Manda yoğurdu hakikaten kalitedir, çok iyidir. Onun içine şöyle Medine hurması doğrarım, 3 tane veya 5 tane. Ona biraz çay kaşığı kestane balı ve yulaf ezmesi atarım. Bu dörtlüyü karıştırarak yer yatarım, şifa" derken insanlar oruçlarını açmak için hurmaya ulaşamıyor. Hurma var, var da vatandaşımızda onu alacak para yok.

"Halk adamı" bunun ne kadar farkında? Peki, ona bu lakabı takan halk?