Türkiye’de tarih merakının, çoğunlukla Osmanlı tarihine ve onun kuruluş ve yükselme dönemine dönük olduğu bilinmektedir. Bu saptamanın daha çok okuyucu bağlamında olduğunu da söyleyebiliriz. Son zamanlarda; popüler tarihçilerin, film ve dizi yapımcılarının da bu alana yoğunlaştıkları görülüyor. Son dönemlerde yazılan tarihi romanlar, çekilen belgeseller ve yapılan filmler bu yaklaşımın sonucu olsa gerek.
Tabii bu alanlar okuyucunun ve izleyicinin ilgisini fazlasıyla çekiyor. Çünkü orada efsaneleşmiş başarı hikayeleri ve ulaşılmaz gibi görünen kahramanlar var. Yani bu alan, öğretici tarihçiliğe oldukça uygun. Zira; heyecan yaratmak, etkileyici örneklere yönlendirmek oldukça kolay oluyor ve pirim yapıyor.
Osmanlı Devletinin kuruluş ve yükselme dönemleri yaklaşık üçyüz yıl sürer. Şu işe bakın ki; duraklama, gerileme ve çöküş dönemleri de üçyüz yıl kadar sürer. Durumun böyle olmasına rağmen, yukarıda bahsi geçen kesimler, bu son dönme yeteri kadar ilgi göstermezler.
Oysa asıl ders alınması gereken tarihi gerçekler oradadır. Elbette çöküşe ilgi duymak okuyucu ve izleyici açısından kolay oluşabilecek bir yöneliş değildir. Bu yönelişi oluşturmak ancak bir tarih üst aklının gayretiyle mümkün olabilir.
Tabii ki Fatih’ten Yavuz’dan, Kanuni’den bahsetmenin dayanılmaz bir albenisi var. Bu ve benzeri kahramanlar dururken, Sultan İbrahim’den, IV. Mustafa’dan, V. Murat ve benzerlerinden konu açmanın ilgi toplamayacağı açıktır.
Unutulmamalıdır ki Onlar da bizim geçmişimiz, üstelik dönemleri “Hasta Adam” sürecinin eşiğidir. Dolayısıyla dönemlerinin önyargısısız ve tititizlikle incelenmesi gerekir. Ancak ne yazık ki orada öylece duruyorlar.
***
V. Murat, bütün Osmanlı asırlarının en talihsiz isimlerinden biridir. 33. Osmanlı padişahı olarak oturduğu tahtda sadece 93 gün kalabildi. Kalan ömrünü, tam 28 yıl olarak Çırağan sarayında mevkufun ( tutsak ) olarak tamamladı ve oradan ölüme uçtu.
İyi bir eğitim almıştı, batı kültürüyle kendini geliştirirken, doğu kültürüne kayıtsız kalmadı. Fransızca öğrendi ve oldukça geliştirdi. O, karanlık bir dünyanın muvkufu olana kadar, aydın bir şehzade olarak yaşadı. Mızıka-yı Hümayunun komutanı Guatelli Paşa ve Augusto Lombardini’den piyano dersleri aldı ve musikide büyük bir ilerleme kaydetti. Öyle ki “Padişahım Çok Yaşa” dedirtecek türden çalışmalara imza attı. Avrupa dans müziği formundaki eserleri ve askeri marşları dört cilt halinde, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi “Nadir Eserler” bölümünde bulunmaktadır.
Sultan Abdülaziz’in Avrupa gezisine katılmış ve bu gezide tanıştığı Galler prensi VII. Edvard’la yakın dostluk kurmuştu. Bu dostluğun etkisinde kalarak masonluğa ilgi duymuştur.
Ayrıca meşrutiyetçi bir tutum sergileyerek; Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Bey’le meşrutiyet ve demokrasi konularında sohbetlerde bulunurdu.
30 Mayıs 1876’da sultan Abdulaziz bir darbeyle indirilince yerine tahta geçirildi. Ancak bu darbe süreci yeni padişahı psikolojik olarak çok etkilemiş hatta ciddi bir travma yaratmıştı. Okadar ki yaşadıklarından dolayı “Kılıç Alayı” etkinliğinin gerçekleşmesini bile istememiştir.
Bu beklenmedik durumun ardından, ruh sağlığı gerekçe gösterilerek tahtan indirilmiş, yerine II. Abdülhamit getirilmiştir. Ancak II. Abdülhamit, V. Murat’ın sağlık durumu düzeldiğinde tahtı kendisine terketmek üzere iktidar olmuştu. Bu gözden kaçırılan önemli bir bilgidir. Zira II. Abdülhamit, V. Murat ölene kadar verilen bu sözün baskısını hissedecek ve doktorlardan “Mevkuf Padişahın” sağlık durumunun değişmediğine dair sürekli raporlar alacaktır. Ancak bu sağlık raporlarının ne kadar sağlıklı olduğu içten içe hep tartışılmıştır. “Mevkuf Padişahın” iade-i afiyet ettiğine dair söylentiler sarayı hep tedirgin etmiştir.
28 yıl sonra gelen ölüm haberiyse, saraya derin bir nefes aldırmıştır.
Böyle olmasına rağmen V. Murat’ın ölümü gizli tutulmaya çalışılmış ve hanedan üyeliğine tanımlanabilecek bir cenaze töreni bile yapılmamıştır. Padişah, cenazede kimsenin bulunmaması emrini vermiş, dolayısıyla üç dört hamalın sırtında taşınan mütevafa, sessizce özgürlüğe uğurlanmıştır. Cenaze merasimsiz ve milletten habersiz.
Ertesi gün gazeteler, Murat efendinin elim ziyanından dolayı, Zat-ı Şahane’nin teessürlerini bildiren haberlerle çıktılar...
O artık Türk halkının hüzün tarihinde, “Murad- Na Murad’dır”