Geçtiğimiz günlerde kanserle mücadelede simge olmuş Neslican Tay’ın ölümü herkesi hüzne boğdu. 2017’de üniversite sınavına hazırlanırken akciğer kanseri olduğunu öğrenen ancak yeise kapılmayıp mücadele eden ve bu süreçte bacağını kaybetmiş olmasına karşın üç kez kanseri yenen Neslican ne yazık ki daha 21 yaşındayken gözlerini yumdu. Yüz binlerce insanın onu tanımasının nedeni vücudu kanserle boğuşurken ruhunun güzelliğinden asla kopmaması, azmi ve her şeye karşın hayata sımsıkı tutunuşu oldu. Her türlü olumsuzluğa karşın eğitimine devam edip üniversiteyi kazandı. Güçlü psikolojisi ve çevresine yaydığı pozitif enerji kendisi gibi bu tür ağır hastalıklarla mücadele eden binlerce insana umut aşıladı. Gencecik yaştaki bu güzel kız herkesi hayatı sevmeye çağırdı. Yalnızca hastalara değil, sağlıklı olanlara da hitap etti. Küçük problemleri dert edinip büyütenlere, hayattan kopanlara kesilen bacağına atfen “Kendinizi çok sevin, en çok da sol bacağınızı” diyerek sahip olduklarının değerini bilmeleri yolunda farkındalık yarattı.
Bir insanın zorluğa karşı mücadelesinin, ölüme karşı direnişinin, her şeye karşın hayata tutunabilmesinin canlı örneği olan Neslican toplumumuzda bazı cenahların hışmına uğramaktan kurtulamadı. İnsanları giydikleri elbise ve başlarının açık olup olmaması üzerinden değerlendirenler Neslican’ı hedefe koydu. Din tüccarlığına soyunmuş erkek kadın birtakım yobazlar daha o hayattayken protez bacağının üzerini örten eteğin boyuna dahi laf edecek kadar ileri gitti. O öldükten sonra da “Belki kaybedeceğim ama savaşırken kaybedeceğim” sözünü, yani hastalığıyla mücadele edip onu yenme dirayetini eleştiren bağnaz kafalar ortaya çıktı. Onların zihniyetine göre Neslican hastalığıyla savaşmayıp bunu kader olarak görmeli ve ölümünü beklemeliydi. Neslican ise buna karşı çıkarak mücadelesini sürdürmüş ve hayatı sevme yönünde de insanları teşvik etmiştir.
Konuyu İslâmî terminoloji ve argümanlarla tartışıp içerisine tasavvufî ögeler katarak ölümü unutmak, ondan kaçmak ve Neslican’ın yaptığı gibi savaşmak yerine yalnızca kabullenmek gerektiği şeklindeki algılayışı “seküler dünya” öğretisi olarak görenler henüz 21 yaşındaki bir kızın yaşama isteğini kavrayamayacak kadar sığ bir din ve sosyoloji öğretisine sahip olduklarını göstermişlerdir. Neslican sonunda vücudunun daha dayanamayıp öleceğini elbette biliyordu. Ama o ölümü basitçe karşılamak yerine direnmeyi tercih etti. Acaba onu “seküler dünya”nın ürünü olarak görüp eleştirenlerin kaçı ölümle yüzleşecek kadar cesaret sahibi? Kaçı ölmemek için tedavi görmüyor ve oturmuş ölümünü bekliyor? Kaçı ağır hastalıklarla mücadele ettiği hâlde sarsılmadan tek bacağıyla ayağını yere sağlam basmaya çalışıyor?
Biraz empati ve saygı duyulsa ve her bağnaz düşüncenin ardına din sıkıştırılmaya çalışılmasa toplumumuzun kalitesi artacaktır. Fakat şimdilik bundan epey uzak olduğumuz görülüyor.
Bizim için burada Neslican’ı kendi cümleleriyle uğurlamak ve mücadelesini anmak en doğrusu olacaktır: “Kansere yenik düştü demeyin, mücadelesi çok güzeldi deyin.”
Evet, mücadelen senin gibi çok güzeldi melek kız. Sen ve mücadelen simge olmaya devam edecek ve o hep gülen yüzünle hatırlanacaksın.