MİLLİ ÜLKÜ

Devlet olabilmenin yolu, onu oluşturan halkın özgür yaşamanın önemini kavramalarından ve bu uğurda her türlü özveriyi göze alma iradelerinden geçer. Vatan özgür birey olarak yaşanabilen değerli yerdir ve vatanı korumak aynı zamanda kendi özgürlüğünü de korumaktır.

Şair Orhan Şaik Gökyay’ın dediği gibi; ‘’Bu vatan toprağın kara bağrında, Sıradağlar gibi duranlarındır, Bir tarih boyunca onun uğrunda, Kendini tarihe verenlerindir.’’ Tabii ki, kaçanların, firarilerin, saklananların hiç değil…

Bunu sağlamak üzere tahsis edilmiş bir güç olmadan ki bu askeri güçtür, özgürlük asla olamaz. Devlet niteliği taşıyan tüm yapılanmalar Silahlı Kuvvetler olarak Ordu kurmuşlardır.

Devletlerin kurulması ve güçlenmesi de Orduların güçlenmesi ile paralellik oluşturmuştur. Yani devlet ordu güçlüyken yükselmiş, ordu zayıfladıkça güç kaybetmiş ve dağılmaya yüz tutmuştur.

Suriye’de yaşananlar ordu-devlet ilişkisini çok açık göstermiştir. İç savaşın ilk yıllarında Suriye ordusunun 300 bin mensubu olduğu tahmin ediliyordu. Aradan geçen zamanda bunların büyük bölümü dağıldı.

Suriye Hava Kuvvetleri de ABD'nin hava saldırıları ve iç savaş nedeniyle büyük güç kaybı yaşadı. Suriye askerlerinin düşük maaşları da çözülmeyi hızlandırmıştır.

Her ne kadar son hafta Beşar Esad, ordu mensuplarının maaşlarını yüzde 50 artırdığını açıklasa da askerlerinin psikolojisini değiştiremeyince, çöken ordu ile devlet de göçmüştür.

Tarih boyunca muhtelif coğrafyalarda büyük devletler kuran ve özgür ortamlarda yaşayan Türk Milleti bu ayrıcalığı, savaşma azim, güç ve kabiliyetine ve de askeri bir disiplin altında düşmana karşı durabilecek yeteneğinin olmasına borçludur.

Tarihteki Türk Devletlerince askeri teşkilatlar zaman içerisinde tecrübi faktörlerden de yararlanarak gelişmiş ve dönemlerinin en güçlü orduları arasında yer almıştır.

Vatan ve Millete yönelik tehdit, tehlike, tecavüzün doğrudan doğruya kendisine yönelik olduğunun bilincinde olan Anadolu insanı (bir kısmı hariç) Ordu saflarına tereddütsüz koşarcasına katılmışlardır.

Milletin karakterini çok iyi analiz ederek kabiliyetlerinin farkında olan Mustafa Kemal halkı milli mücadeleye katmak maksadıyla Anadolu’nun her yerinde mitingler düzenleterek milli birliği sağlamaya çalışırken tek bir çatı altında birleştirerek emir komuta zincirine dâhil etmeyi planlamış ve bunu da başarmıştır.

Bir konuşmasında şöyle der: ‘’Bir Milletin başarısı demek mutlaka milli gücün bir istikamette toplanmasıyla, teşekkül etmesiyle mümkündür. Asıl olan iç cephedir. Bu cephe bütün memleketin, bütün milletin vücuda getirdiği cephedir.’’

İç cephe ne kadar hazırlıklıysa başarı da o kadar yakındır. İç cephenin ruh hali savaşın da belirleyenidir.

22 gün 22 gece süren Sakarya Meydan Muharebesi esnasında yaralanarak hastaneye getirilen ve 20 gün istirahat alan Üsteğmen Ferit, vücudundaki kurşun çıkarılır çıkarılmaz tüm ret cevaplarına rağmen hemen cepheye gitmiştir.

Bu olaydan bir süre önce de 40 kadar er yaraları kapanmadan hastaneden cepheye firar (!) etmiştir. Bu örnek olaylar iç cephenin sağlamlığını gösterir.

Şimdi öyle mi? Mevcut ruh hali ve zayıflayan milli duygular ile güçlü cepheden söz etmek mümkün mü? Çeşitli şekillerde yıpratılan Türk Silahlı Kuvvetlerinin, ayarları yani gelenekleriyle oynanması asırlar süren tecrübelerle kazanmış olduğu imkân ve kabiliyetinde olumsuz etki yaratmıştır.

Keza çanak tutulan sığınmacı (umarım artık ülkelerine dönerler, bence yarısı kalacak) yığınıyla milletin daima ileri gitmesinde de itici güç olan ve aynı hedefe aynı yolda birlikte yürüten kuvvet olan milli ülküye ulaşılabilir mi?

Üstün düşman kuvvetlerine karşı eksik malzeme, teçhizat, donanım, silah ile kurtuluş mücadelesinin kazanılması, bir ulusun milli bilinç, inanç ve ulusal davanın haklılığına olan güvenin, milli ülkünün tam olmasından kaynaklanmıştır.

Son olaylar göstermiştir ki, küresel emperyalist güçlerin vahşi azgın çıkarları uğruna kan akıtmalarının önlemi ve Büyük Ortadoğu Projesinin son ayağı olmamak, güçlü orduya ve milli ülküye sıkı sıkı sarılmaktır.