Dört bin yıllık derin tarihin izlerini sürerken, çok ilginç bulgularla karşılaşıyoruz. Türk ırkını geçmişiyle bize takdim eden önemli arkeolojik tespitlerden elde edinilen farklı bağlantıların ne kadar değişik oluşumlara sahne olunduğu ortaya çıkıyor.
Selçuklu ve Osmanlı ihtişamlı yaşayışın izleri, yakın tarihimize ışık olurken, daha önceleri Türk varlığının izleri bizi karşılıyor. Aynı dönemlerin önünde ve arkasında farklı milletlerin yaşamış olduğu gerçeğini değerlendirdiğimizde, gerçek büyük bir derin Türk tarihinin varlığı ile karşı karşıya kalıyoruz.
Ancak, maalesef onurlu bir yaşamın izlerini bize takdim eden ecdatlarımızın manevî mirasına sahip çıkmadığımızı açık olarak ifade etmek istiyorum.
Tarihin bize emaneti bugün yavaş yavaş yoklara karışırken, atılan “tarih sevgisi” nutukları boş bir heyecandan başka hiçbir mana taşımamaktadır.
Gerçek şu ki, ülkemizin her yerinde bu sistematik yok edilme sürerken, aynı süratle, yabancı eserlerin son derece büyük paralarla, itinalı ve çok titizce restorasyonu yapılması dikkatlerden kaçmamaktadır. Bu büyük ecdat yadigarı eserlerin katliamının Trabzon'da da acımasızca sürdürüldüğünü belirtirken, yine aynı hızla, yabancı eserler gelecekle kucaklaştırılmaktadır.
Son derece çifte standart dahilinde bakılan ecdadımızın yadigarları, bugünkü oluşan siyasi ruh ve mantığın dahiline alınarak, işlerlik kazandırmak adına, tüm bunları içine dahil edecek, “Millî Tarih Bakanlığı” kurulmasının isabetli olacağını düşünüyorum.
Tüm bu gelişmeler ışığında, Trabzon'da, bilinçli veya bilinçsiz yok edilen, ettirilen ecdatlarımızın manevî miraslarından, hanlar, hamamlar, taş köprüler, çeşmeler, konaklar ve camilerin çok büyük kısmının yoklara karıştırıldığı ortada iken, geri kalanların süratle çok özel korumaya alınıp gereken hassasiyetin gösterilmesi gerekmektedir.
Aksi bir yaklaşımın, ecdadımızın ebedî ahına dahil olunacağını belirtmek istiyorum.