Çok şükür, çağların karanlıklarından Cumhuriyetle aydınlığın en ileri seviyesine, güneşin en parlak dönemine ulaştık. Millet olarak, ihmal edilmişliğin, unutulmuşluğun, kendi öz adımızı bile ifade edememenin acizliğinden, “Ben bir Türküm, dinim cinsim uludur/ Sinem öz ateş ile doludur” heyecanına ulaştık. Bu heyecanla, yeni baştan ellerimizle kazıyarak yurdumuzu mamur hale getirdik. Gece demedik, gündüz demedik çalıştık. Fabrikalar kurarak milli ekonomimizi dünya sahnesine çıkardık. Okullar açarak; çağların zihinlerimizde oluşturduğu cehalet tortularını süratle yok etmeye başladık. Din adamlarımızı maaşa bağlayarak toplum karşısındaki itibarlarını güçlendirdik. Camiler yapıp insanımızın ibadet ihtiyaçlarını kolaylaştırdık. Yollar yaparak gönüllerimizin birlikteliği gibi, insanlarımızın da birbirine ulaşmasını kolaylaştırdık. Yüce Kur’an’ın mealini hazırlatarak insanımızın onu daha iyi ve gerçek kaynağından öğrenmesini sağladık.
Milletler arası kuruluşlara milli onurumuzla üye olarak asaletimize yakışır milli avantajlar elde ettik. Asırlarca çekişmelere sebep olan siyaseti, camiden, kışladan ve okuldan çıkararak toplumsal kardeşliğimizi pekiştirdik. Isparta’nın İslam köyünden çıkarak, devletin başına gelebilecek yolu bir çobana açtık. İnsanımızı kul olma çaresizliğinden, birey olma şerefine ulaştırdık. Bütün vatandaşlarımıza, kabiliyet, beceri ve bilgilerine göre hak ettiklerini yaftalamadan verdik. Ecdadımız ile gurur duyduk. Nesillerimize milli şuur kazandırmayı şiar edindik. “Misak’i milli” ile coğrafi sınırlarımızı çizip aklı önceledik, kültür dünyamızın sınırlarının adını ise “Turan” olarak belirledik. Dünyanın neresinde bir Türk varsa, bizim kültür dünyamızın sınırları oradan başlar dedik.
Dinimizin “cennetin anahtarları annelerin ayakları altındadır” hükmünü, kadınlarımızı bir erkeğin dört hanımımdan biri olmaktan kurtararak gerçekleştirmeyi hedefledik. Şairimizin “dilimiz, annemizin ağzımızdaki sütüdür” sözünü unutmayarak, sokaklarımızı, tabelalarımızı yabancı kelimelerin ilkelliğinden kurtardık. Devletin bir kuruşunu yemenin zehir olduğunu nesillerimize kavrattık.
Zamanında, içimizde bir şekilde güç oluşturan yabancıların bütün güçlerini yok ettik. Daha doğrusu Türkiye’yi tarihte ilk defa hiç olmadığı kadar Türklerin yurdu haline getirdik. Bunları yaparken de kimseden aferin beklemedik. Milletimiz dışında kimin hoşuna gider kimin hoşuna gitmez diye bakmadık.
Şimdi söylemenin tam da zamanıdır. Mademki, Cumhuriyetimizin 100. yılını kutlamakta herkes birbiri ile yarışıyor, beklenildiği kadar olmasa da devletimiz de çeşitli etkinliklerde bulunuyor o zaman gelin hepimiz Cumhuriyet’in ilanı ile elde edip zaman içerisinde çeşitli sebeplerden dolayı kaybettiklerimizi geri isteyip yerine koyalım.
Ancak o zaman kimin gerçek Cumhuriyetçi, kimin durumu idare etmeye çalıştığını daha iyi anlarız.
Bu samimi temenniler ile Cumhuriyetimizin medeni ve insani vasıflarını bize layık gören Mustafa Kemal Atatürk’e en samimi şükran duygularımızı sunarak; Cumhuriyetin daha nice yüzüncü yıllarının kutlanmasını gönülden temenni ediyorum.