KÜLTÜREL ZEHİRLENME

           
Mutlu ve rahat bir hayat yaşayabilmek için her zaman “bardağın dolu tarafına” bakmamız gerektiğini hepimiz biliriz. Günlük hayatımızda mücadele ettiğimiz problemlerin çözümünde nedense bu bakış açısı aklımıza hiç gelmez. Problemi çözmek yerine, çoğu kez onu içinden çıkılmaz hale getiririz. Bu birazda ait olduğumuz medeniyet ve coğrafyanın bizlerde bıraktığı izlerle ilgilidir. Pratik olmayan, işi sürece yayan ve bu stresli durumdan beslenen bir ruh yapımız vardır. Bu engelleyici ortamdan medeni ülkeler kendilerini çoktan çıkarmışlar, hatta kendilerini rahatsız eden “toplumsal kirlilikleri” ve “sosyal çöplerini” bunun farkında olmayan milletlerin ve de ülkelerin zihin dünyalarına depolamayı da başarmışlardır.

           
Örneğin, ülkemizin tarihi ve turistik güzelliklerini görmek ve anlatılanları dinlemek için, “tur şirketlerinin” programlarında anlatılanların, farkında olunmadan, beynimizde oluşturduğu “sosyal stresleri” daha sonraki dönemlerde temizlememiz mümkün olmuyor. Genellikle; Anadolu’nun tarih öncesi dönemlerine ait mimari ve mühendislik eserlerini anlatan tur rehberlerinin, hiçbir kural ve şarta bağlı kalmaksızın yaptıkları anlatılar, tek kanatlı bir kuşun uçmak için çaba harcarken, diğer kanadını da kırmasıyla sonuçlandığı gibi insanlarda bir etki bırakıyor. Pagan kültürünün, çok tanrılı dönemlerin kültürel eserleri ve özellikleri anlatıldığı zaman, bu eserlerin mükemmelliği genellikle dönemin inancıyla şekillendiriliyor ve bu inançta bizlerin çok yabancı olduğu hatta kabul etmediği inanç sistemlerinin olduğu görülüyor.

           
Hâlbuki yerkürenin her zaman aralığında Yüce Allah’ın insanları doğru yola iletmek ve düzgün bir hayat yaşamalarını sağlamak için peygamberler gönderdiğini biliyoruz. Yüce Allah; peygamber göndermeden hiçbir toplumu sorumlu tutmayacağını Kur’an da bizlere bildirdiğine göre, bu eserlerin yapıldığı dönemlerin hak peygamberlerinden de bahsedilip, esasında insanlara aklını kullanma becerisinin Yüce Allah tarafından verilen en büyük nimet olduğu da anlatılıp, bu gün hayretle ve ilgi ile seyredip, yapılış hikâyelerini dinlediğimiz bütün eserlerin Allah’ın insanoğluna verdiği en büyük nimet olan akıl sayesinde meydana getirildiği de gereğince anlatılmalıdır.

           
Allah’ın hükmünün ve bu hükmü insanlara aktaran peygamberlerinin olmadığı bir dönem yokken, değişik medeniyetlerin bugüne kadar ulaşan eserlerinin tanıtımımda, sadece dönemin mimari seviyesinin ballandırılarak anlatılması; dini ve sosyolojik gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Bu bakımdan, böylesine tek taraflı ve kolaycı bir yaklaşımla yapılan anlatımlar sanki inançlarını paylaşmamızı isteyen zihniyetlerin ekmeğine yağ sürmekte, hiçbir harcama yapmadan, gayret sarf etmeden, kendi yanlış inanç ve düşünceleri adına, bizi kendi kendimize propaganda yaptırmaktadırlar. Bunun sonucu olarak, kelimenin tam anlamıyla bir “kültürel zehirlenme” yaşamaktayız.

           
Denilebilir ki; bu eserlerin yapıldığı dönemlerde, bizim kültürümüze ait eserler bulunup bu güne intikal ettirilmemiş olduğu için, bilinen ve bulunanları anlatmanın “Turizm etkinliklerinin” olmazsa olmazı olduğunu unutmamamız gerekir! Elbette ki böyledir, ancak bu anlatımlar yapılırken, dönemin sadece ulaşılan maddi unsurlarından hareket etmenin yeterli olmadığını da bilmeli, kutsal kitaplardaki hüküm ve anlatılar ile bağ kurulmalı, gezginlerin ve dinleyenlerin hafızaları tek taraflı doldurulmamalıdır. Katıldığımız her tur programında, özellikle tarih öncesi dönemlere ait incelediğimiz her tarih eserinde; anlatanların bu eserlerin özelliklerini şahlanarak anlattıklarını, sanki bunların temsil edildikleri medeniyetlerin muhteşem ve alternatifsiz olduğunu ima etmelerini doğru bulmuyoruz.

           
Bu konu da Turizm Bakanlığı’nın bir farkındalığı ya da hazırlığı var mı bilmiyorum. Ancak bir tarihçi ve sosyal bilimci olarak, bunun çok önemli olduğunu ve bu konuda ciddi bir değerlendirmenin yapılması gerektiğinden hareket edilmesinin önemli bulduğumuzu belirtmek istiyorum.


Kültürel zehirlenmenin panzehrinin, bu eserlerin yapıldığı dönemlerdeki semavi din hükümlerinin de tamamlayıcı bir unsur olarak programlara dâhil edilmesinin gerekli olduğunun bilinmesini diliyoruz.


Yetkililer tarafından konunun ciddiyetle ele alınması çok önemli bir beklentimizdir.