Türkiye son yıllarda hiç olmadığı kadar, hafızasında sakladığı tarihi niyetlerini açıkça ortaya koyarak, milli konularda devlet aklıyla cesaretli adımlar atmaya başladı. Her ne kadar bazı çevrelerce bu adımlar; iç politikadaki iddia edilen başarısızlıkları unutturmak için yapıldığını tekrarlayıp duruyorsa da, bu doğru bir yaklaşım değildir. Özellikle çevremizi kuşatan “ateş çemberi” içerisinde adeta bir huruç hareketi yapılarak, komşularımızla ve bütün dünya ile ilişkilerimiz bozuluyor iddiasının aksine, başkalarının merhametine terkedilmiş haklarımızın en azından bundan sonra savunucusu olacağımız, ülkemiz üzerinde tarihi emelleri iddiası olan bütün devletlere yüksek sesle söylenebilmektedir.
1970-1980’li yıllarda; ülkemizin sınırları dışında da, bizim gibi; dili bir, tarihi bir, geçmişi bir milyonlarca kardeşimiz var dediğimiz zamanlar, hem de kendi insanlarımızca en acımasız şekilde, “ırkçılıkla, faşistlikle” suçlandığımız dönemleri hatırlarsak, bu gün yapılanların önemini daha iyi anlarız.
1990 yıllardan sonra Ermenilerin haydutlukları ile kardeşlerimizi katlettiği, etnik temizlik yaptıkları ve ardından, bütün medeni! Dünyanın gözleri önünde işgal ettikleri Karabağ’da yaralıları tahliye etmek için Azerbaycan devleti tarafından istenilen bir-iki helikopteri bile göndermekten çekindiğimiz, başımıza bir bela gelir korkusuyla, can kardeşlerimiz için gözyaşlarımızı içimize akıttığımız yılları bu gün çok iyi hatırlamaktayız.
Karabağ konusunda Türkiye en başından itibaren söylem ve eylem olarak net bir şekilde Azerbaycanlı kardeşlerimizin yanında olduğunu yüksek sesle haykırarak onlara cesaret verdi. Kendi teknolojik silahlarının bütününü ve dahi tatbikat bahanesi ile çok iyi bir askeri strateji ile Azerbaycan’a gönderilen bir F-16 filosunu onların emrine verdi.
Rusların 102. Tümenlerinin konuşlandırıldığı Ermenistan ile tarihi bir hesaplaşmanın yapılması için, gizli-açık bütün hazırlıklar yapılarak Ermenilerin hata yapması beklendi. Bu konuda beklenmedik ve öngörülemeyen bütün riskleri de göze alan Türkiye bu tarihi yaklaşımı ile sadece Azerbaycan’da değil bütün Türk dünyasında artık önlenemez ve engellenemez milli bir uyanışında fitilini ateşlemiş oldu.
Yaklaşık otuz yıldan beri bu günler için eğitilen, bundan otuz yıl önce Karabağ’daki katliamdan kurtulmak için annelerinin karnında ya da korkuyla sarıldığı kucağında yaşadıkları bölgeyi terk etmek zorunda kalan “balalardan” (Bala: Çocuk demek) oluşan Azerbaycan Ordusu, fırtına obüsleri gibi, katil sürülerinden oluşan Ermeni ordusunu mevzilerine gömerek yerle bir etti. Ağdam, Kelbecer, Lâçin, Fuzuli, Kubatlı, Zengilan, Şuşa gibi Türk’ün öz şehirleri birer birer işgalden kurtarılarak geri alındı.
Rusya’nın devreye girmesiyle imzalanan barış anlaşmasıyla Ermenilerin bir kısmı Dağlık Karabağ’ın bazı bölgelerinde yaşamaya devam edecek ama yaptıkları katliamlarla bana göre yaşadıkları sürece her gün orada adeta ölüp ölü dirileceklerdir. O kanlı geçmişleri ile insanlığın ve tarihin yüz akı olan Türklerin yüzüne bakamayacaklardır. Rahmetli Kazım Karabekir’in üstün gayretleri ile Gümrü Antlaşması ile Türkiye ile 14 km sınırı oluşturulan Azerbaycan’ın Nahcivan bölgesi ile Zengilan bölgesi arasındaki bağlantı yolu kurulup, Nahcivan karadan Azerbaycan’a bağlanırsa bu tarihi bir gelişme olur. Çünkü o zaman, yaklaşık yüzyıldan beri karadan irtibatı kesilen Türkiye ile Türk dünyası arasında yeniden ulaşım sağlanır ki; tek başına bu kazanım bile Türkiye’nin bu desteği ile gelecek nesiller için neler kazandığını ortaya koymaya yetecektir.
Türkiye’yi bir korku tüneline hapsederek, onun gücünü görmesini ve kullanmasını engelleyenler, bugün Türkiye’nin kapatıldığı bu korku tünelinden çıktığını görünce ne yapacaklarını şaşırdılar! Daha dur bu daha iyi günleridir! Uyan Türk milleti diyoruz insanlık seni bekliyor.