Arap alfabesini, bilimde, teknolojide, sanayide, kalkınmada, ilerlemede, okuryazar olmada sorun olarak görenler, yaklaşık 70 yıl mücadele ettiler. Bu değerlerin savaşımının sonucu gelen “Harf Devrimini”, “bir gecede cahil bırakıldık” diyecek kadar aymazca tanımladılar. Cehaletin kızarmayan yüzüyle, karanlığa fener sallayıp ışık tutanları ve 70 yıllık mücadeleyi görmek istemediler.
Bu mücadele Münif Paşa ile (1862) başladı. “Arap harflerinin Türkçedeki bazı sesleri çıkarmada yetersiz kaldığını, büyük harf olmayışından ötürü özel isimlerin yazılmasını zorlaştırdığını” söylüyor. “Avrupalılar zorluk çekmiyor, kolay öğreniyorlar.” Bu düşünceleriyle alfabede ıslahat yapılmasını istiyordu.
Mirza Feth Ali Uhandof, “Latin el yazısına benzeyen, Arap yazısından işaretleri kaldıran, tüm harfleri bitiştiren bir yazı dizgesi attı ortaya. Latin’den çok Kiril alfabesine dayanıyordu”(1863). / Hayrettin Bey 1869’da, Terakki Gazetesinde, “Maarifi Umumiye” adlı makalesinde “doğrudan doğruya Latin alfabesini almaktan söz ediyordu. “Toplum, içinde bulunduğu zorlukları ancak Latin yazısı ile aşabilirdi.”
İran Büyükelçisi Melkum Han, Hürriyet Gazetesindeki mektubunda, “İslamlar alfabelerini ıslah etmedikçe talim ve terbiyede kolaylık sağlayamazlar, Avrupa medeniyetine ulaşmaları imkansızlaşır” diyordu. Namık Kemal de “iyi bir eğitim ve dilde sadeleşmeyle Arap alfabesinin oluşturduğu sorunların çözüleceğine” inanıyordu.
Sadrazam Sait Paşa, Maarif Nazırı Mustafa Paşa’ya yazdığı emirde, “uzun cümlelerin kaldırılması, lüzumsuz edatların ve tabirlerin atılması konusunda çalışmalar yapılmasını” istiyordu. İşlerin kolaylaşması için(1879) ulemadan fetva dahi alınmıştı. / 1884’te Ebuzziya Tevfik ve Şinasi gibi önemli insanlar, basımda “500’ü aşan harf sayısını 112’ye indirme” denemelerinde bulunmuşlardı.
1909’da Maarif Nezareti’nin “İmla, Dilbilgisi ve Kelime Komisyonları” tarihe geçti. Arap alfabesinin ıslah edilerek Türk diline uyarlanması çalışmaları yapıldı. / Tırablus Genel Valisi Ali Kemali Paşa’nın gönderdiği telgırafların bir kısmı Latin harfli Türkçe telgıraflardı. / Valilerin bir kısmı telgıraflarında Türkçe Mors Alfabesini kullanıyorlardı. / Celal Nuri (İleri), “Latin harflerini alalım. Romanyalılar Kiril alfabesini, Almanlar Gotik Alfabesini bırakıp Latin alfabesini geçtiler” diyordu.
1910 yılında, “yalnız Arnavutluk’ta Latin yazısı kullanılması için” sadrazama başvuruldu. Şeyhülislam, Sinop Mebusu Müftü Hasan Fehmi Efendi, “bunun hiçbir biçimde olamayacağını, Kuran’ın Latin yazısı ile yazılamayacağını, Latin yazısının hiçbir İslam ülkesinde kullanılamayacağını” belirten fetva verdi. Hatta Şeyhülislam Efendi fetvasında “Arap harflerinin kullanılmakta olan şekillerinden başka şekillerde yazılmasına dahi müsaade edilmeyeceğini” belirtti. / Ziya Gökalp, “Arap harflerinin Türkçeye uygun olmadığını, Latin harflerine geçilmesi gerektiğini” söyledi.
1911 yılında Kılıçzade Hakkı, Hüseyin Cahit ve “Mektep” dergisi çevresinde birleşen diğer yazarlar, “Latin harflerine karşı Arap harflerinin ıslah edilmesi” üzerine görüşlerini açıklıyorlardı. Zaman zaman Kılıçzade Hakkı ve Hüseyin Cahit Latin yazısını savunmayı ihmal etmiyorlardı. / 1913 yılında Tanin gazetesinde alfabe yayınlanıp, okuyucuya örnekler verilmeye başlandı, ancak yeni yönetim pek ilgilenmedi. / Kılıçzade Hakkı ve Celal Nuri’nin çıkardığı “Serbest Fikir” dergisi Latin harflerini desteklediği için kapatıldı.
Enver Paşa, I. Dünya Savaşı’ndan önce telgıraf haberleşmelerini basitleştirerek, “harflerin ayrık yazılması” sistemini uygulamaya koymuştu. “Bir sese bir harf” ilkesine uygun sistemde “harfleri birleştirmeden ayrı ayrı yazma” görüşü esas alınmıştı. Bu yazı “Ordu Elifbası”, “Hattı Cedit”, “Enver Paşa Yazısı, Alman Alfabesi” gibi adlarla anılıyordu. Fakat savaştan ötürü ertelenmişti.
Mustafa Kemal ve İnönü, Enver Paşa’nın yaptığı işi “doğru, güzel” bulmalarına karşın “şimdi zamanı olmadığını, zamanın harf zamanı değil, harp zamanı” olduğunu belirterek savaşa yoğunlaşmak gerektiğini anlatmaya çalışıyorlardı.
Savaş tüm toplumsal faaliyetleri durdurdu, dil, alfabe konusu İstanbul’un ve Anadolu’nun işgaliyle ertelendi, konuşulmadı, yazılmadı. Savaştan sonra Azerbaycan’daki tartışmalar ve ardından Latin harflerinin kabulü alfabe konusunu yeniden gündeme getirdi.
23 Şubat 1923’teki İzmir İktisat Kongresi’ne, Latin alfabesinin “kabulü” teklifi, getirildi. Ali Nazmi ve iki arkadaşının önerisi “İslam birliğini bozacağı” gerekçesiyle kongre başkanı Kazım Karabekir tarafından gündeme dahi alınmadı. Savaş meydanlarının gözü pek paşası yabancıların diyecekleri, “Türkler ecnebi yazısını kabul ederek Hıristiyan oldular” sözünden korkarak konuyu tartıştırtmadı bile. İçtihat Dergisi’nde Kılıçzade Hakkı Bey, Kazım Karabekir’ e şu tarihi karşılığı verdi: “Türk çocuklarına bu alfabe(Arap) ile gazete okutmak imkan haricindedir.” “Bir Türk, Kuran’ı Arap gibi okuyup anlayamaz.” “Ayeti Latin harflerle yazmanın ne sakıncası var?” “Arabi harflerin dışındaki harflerle Kuran’ı yazmak küfür değildir, böyle yapan da kafir olmaz, azarlanmaz.(…) Latin harflerini kabul eden Azeri Türkleri, ne dinlerinden, ne milliyetlerinden hiçbir şey kaybetmeyeceklerdir.”
70 Yıllık tartışma, Latin alfabesinden “X,Q,W” harfleri çıkarılıp olmayan “Ç,Ğ,Ş,Ö,Ü” harfleri eklenerek 1Kasım 1928 yılında Harf Devrimi yasası ile son buldu. Topluma, dünyaya büyük ve geniş bir pencereden bakma olanağını sağladı. Ama kimi kafalarca sindirilemediği için Harf Devrimi yüzyıla yakın zaman geçmesine karşın hala kan davası gibi tartışılmaktadır.
“Bir gece yattık, sabah kalktık, baktık ki, Osmanlıca yok ve böylece hafızamız yok oldu.” “Bir gece” dedikleri, saflığa yatıp “70 yıllık arayışları” görmezden gelme cehaletidir; böyle aymazların utanacak, kızaracak yüzleri de yoktur. Hiçbir şey tebeşirle yazılmadığı için silinip yok olmadı da. Her şey yerli yerinde, olduğu gibi duruyor, mezar taşları bile…/ Atomu parçalayıp son hızla ilerleyenlerin yanında biz, hangi makamda olurlarsa olsunlar, bağnazlar “istedi” diye Türkçe Arap harflerine ve Arapçaya ya da bir başka dile teslim edilmeyecektir.
Sevgiyle, esenlikle kalınız…