1970'li yıllarda Kapitalizmin Dünyası'na göz atan büyük fikir adamı Nurettin Topçu'nun bu nazarından bugüne bir şey değişti mi acaba? Yoksa kapitalizm iştahını iyice coşturdu mu şöyle bir irdeleyelim...
"Devrimizde dünyanın mutlak hâkimi olan büyük sermaye, serbest iktisat rejiminin tabiî çocuğudur." diyerek bu mevzuda ilk özgün tanımı yaparak "Sermaye nedir?" sorusuna şu yanıtı vermiştir rahmetli Topçu...
Küçük sermayenin, bedenin veya ruhun emeğiyle, meydana geldiğini kabul etmek kolaydır. Lâkin büyük sermayenin, emek mahsulü olduğunu düşünmek saçmadır. Bir ferdin emeği, onun iktidarının sınırlarını binlerce, milyonlarca defa geçen büyük sermayeyi doğuramaz. Ona kazanç eseri diyorlar. Kazanç nedir? Bu kelime, zekâ oyunlarıyla serveti ele geçirmekten öte mânâya gelmez. Büyük sermayenin sahibi, yüz binlerce, belki milyonlarca insanın emeğini eline geçirmenin yollarını bilen adamdır. O, bir malın üreticisi pazara getirdiği malını müşterilere satarken onun yanında satış parasını kendi hesabına toplayan ikinci adam gibidir. Bunu böyle yapmak için kaçamaklı yollar bulmuştur. Malın asıl sahibi olan satıcıya sadece bir karın tokluğunun karşılığını bırakmıştır. “Buna razı olmazsan malını hiç sattırmam, seni açlıktan ölüme mahkûm ettiririm” diye onu yola getirmiştir ve dünya pazarına böyle bir düzen vermiştir.
Kapitalizmi yaşatan devrimizde çalışan insanlık işte böyle bir esaret zinciriyle bağlanmış bulunuyor. Sermaye sahibinin kullandığı bir sosyal siyasettir ve onun kazanç dediği şey sadece bir siyasetin, açık adıyla medenî bir dalaverenin mahsulüdür. Bu, malın üreticinin elinden doğrudan doğruya tüketicinin eline geçemeyişinden faydalanarak kurulmuş bir tuzaktır. Sermaye sahibi, üreticiyle tüketicinin arasına dolambaçlı geçitlerle dolu bir cihaz, bir dalavere cihazı kurmuş bulunuyor. Servetin özünü bu cihazın içinde kendi eline geçiriyor, yalnız tortusunu her alanda çalışan ellere, üreticilere dağıtıyor. Büyük sanayinin ilerlemesi de ancak böyle bir sistemle mümkün oluyor. Bu sistemde yalnız emeğini kazancına karşılık tutan namuslu adam, sermaye sahibinin makine esaretine teslim ettiği bir mahkûm durumundadır.
Geçen yüzyıldan beri sermaye saltanatını yaşatan dünyamız, bütün çalışan insanlığı mahkûm etmiştir. Bu saltanatın, bu evrensel zulmün yaşatıcıları en başta Yahudilerdir. Onun pençesi altında inleyen insanlık, büyük sermayenin menhus zaferlerini zaman zaman alkışlamakla da kendini avutuyor. Bugün tröst sahibi Amerikalı Yahudi’den cami kapısındaki dilenciye kadar başarı sağlayan bugünkü hayatın muzafferlerinin kazancında binlerce fakirin hakkı var. Bunların hepsi ya dalavere yollardan giderek çalışanların emeğinin karşılığını kapmışlar veyahut müşterilerinin hayat ve haklarını tehdit ederek meşru olduğuna herkesi alıştırdıkları birer soygunculuk şebekesi kurmuşlardır.
Rahmetli Topçu haksız mı? Bugün ramazanı bahane ederek sadece kazanmanın peşinde koşan vahşi kapitalizmin canavarları, halkın imanından kendilerine sermaye yapmaya yeltenmıyor mu?
Neyse biz araya fazla girmeyelim. Rahmetli fikir üstadı Nurettin Topçu ile devam edelim...
Üretimin artması, ancak toplum düzenini kuvvetlendirmesiyle değerli olur. Üretimin sürekli artmasıyla daima işten çıkarılanların istihlâki azaltmaları olayının birlikte etkinlikleri hem sefaleti çoğaltacak, hem de üreticilerin kazancını tehdit edecektir. Zamanımızda göz göze yaklaştığımız bu tehlike, yakın gelecekte serbest üretime en büyük darbeyi indirecektir.
Her türlü istihlâk maddesinin zamanla ihtiyaç hâlini alarak fertlerin sırtına pek ağır yük hâlinde yüklenmesi, alın teriyle geçinenleri büyük üretici azınlığın esirleri hâline getiriyor. Bugünkü cemiyetimizde insanlık iki esaret boyunduruğu altında inlemektedir: Birisi büyük halk kütlesinin büyük üretim eşyasına esir olması, öbürü el emeğiyle çalışanların bu esirlikle birlikte aynı zamanda patronların boyunduruğu altında yaşamalarıdır.
Bu tespitlerini Topçu şu tarihi notla bitiriyor...
Hep ahlâksız servetlerden dertliyiz. Homo economicus idealini yaşatan tarihî maddecilik, kazananları çalışanlara vurmaktan kurtarıp, çalışanları kazananlara vurmakla kavgayı ortadan kaldırmıyor ve hayata huzur getirmiyor. Bizim varlığımızı selâmete kavuşturacak olan, hayatın değerine inandıracak ve birlikte el ele yaşamayı sevdirecek bir ahlâk nizâmıdır.