“2023 YILINDA
315 KADIN DOĞRUDAN
248 KADIN DA ŞÜPHELİ
ÖLÜMLE EŞLERİ,
ESKİ EŞLERİ YA DA
SEVGİLİLERİ TARAFINDAN
KATLEDİLDİLER.”
Öğrenmek, bilmek, düşünmek, sormak, sorgulamak, tercih etmek, karar vermek, verilen kararı uygulamak, sorumluluğunu taşımak insan olmanın en önemli unsurlarından birkaçıdır. Tarih boyunca “uğruna can verilen, uğruna taht ve tacı terk edilen kadın” insani değerlerinden yoksun bırakıldı; birey olması, bilmesi, öğrenmesi, sorması, tercih yapması, karar vermesi, sorumluluk taşıması gereken konular elinden alındı.” Kendisi ve çocuğu için söz hakkı olmayan, aile içi üretimin %50’sini üstlenen ve “ne düşündüğü” dahi sorulmayan kadın, “insan olabilir mi?”
Kimilerince erkeğin “zevk aracı”, cariyesi, kölesi, çocuk fabrikası… Kimilerince baş tacı, dünya çiçeği… Kendini, “bilinen ve erkeğe göreliğin” dışında nasıl tanımladığı bilinmeyen kadına erkeklerce tanınan hak, beyinsel değil bedenseldir. Toplum içine ve çalışma hayatına karışmayacak, söz söylemeyecek; ağzı olacak dili olmayacak; kendini ifade edemeyecek… Onun yerine erkek konuşacak, erkek düşünecek, erkek karar verecek, erkek hükmedecek!
Erkeklerce duymasına, düşünmesine, karar vermesine izin verilmeyen kadın, “beceriksizdir, başarısızdır, bilemez, yapamaz, anlamaz. Yüzü, gözü, elleri ve bedeni günahtır.” En çok aldığı şiddet, azardır, hakarettir, aşağılamadır, “elinin hamuru ile erkeğin işine karışmadır.” Sanki erkek tüm bilgileri, becerileri “doğuştan” getiriyormuş gibi. İnsandır, olanaklar ona da tanınsın; yanılır düzeltir, eksik yapar-tamamlar, yapa yapa öğrenir… Olanak yaratan kadınların başarılarını tarihte görüyoruz. Sorun kadının, hayatın dışına itilmek istenmesidir.
Karar babaya, dedeye, erkeğe aittir. Kiminle evleneceğine onlar karar verir. Kadının yanılmaya hakkı yoktur. Kadının hoşgörü ile karşılanacak hiçbir hareketi olamaz. “Süt leke kaldırır, kadın kaldırmaz.” Erkek birkaç kez evlenebilir, kızana çıkmış hayvanlar gibi kadınların peşinden gidebilir, onlarla “düşüp kalkabilir”, ama kadın bunları “asla yapamaz.” Tanrı’nın emirleri kadınlar içindir, erkekler için emir yok. Sonra da kadın erkekler tarafından korunmaya alınır, sahiplenilir. Kadın mal mıdır ki sahiplenilsin? Kimden korunacak kadın? Kadına en büyük kötülüğü yapan, taciz eden, çocuğundan ayıran, suçlayan, aşağılayan, hakaret eden, şiddet uygulayan, öldüren, “erkek” değil mi?
Evlilik “neslin devamı içindir.” Buna bile erkekler karar verir. Kadın “istemese” de, doğurur. “Doğurmak zorundadır”, hem de “erkek çocuk.” Kız doğurursa “kadın suçlanır.” Kız can değil midir? Kız doğurduğunda lohusalığında bile “dayak yer.” Sanki kadının elindeymiş gibi. Tecavüzleri yapanlar, intiharları, çocuk anneleri yaratan kimlerdir? İnsanlığın, ahlakın, namusun sınırlarını çizenler erkekler değil midir?
“Eşler ayrıldıklarında” yıllar sonra bir araya gelen anne ve çocuklar, “neden bizi bırakıp gittin” diye annelerinden hesap sorarlar, annelerini suçlarlar ve aşağılarlar. Onlar için çok büyük bir varlık olan annelerinin, bilmezler ki, “irade koyacağı, karar verip uygulayacağı, çocuklarına sahip çıkacağı” hiçbir erki yoktur. “Sen nesin” diye merak edeni de. Erkek “kadının da, ailenin de, çocukların da sahibi ve tanrısıdır.” Her şey “erkeğin mülkiyetinde, otoritesindedir.”
Savaşa gidip esir düşen gencin karısını, çocuklarından ayırıp evlendiren ataları, ne anneyi, ne savaştaki babayı, ne de çocukları düşündüler. Vatan, millet, ölüm umurlarında bile değildir. Dertleri, sıkıntıları, “Müslüman bir toplumda 18 yaşında, iki kız çocuğu ile dul kalan kalan kadını namusu dairesinde koruyamayacakları için”, “evlendirmekten başka yol” göremezler. Çocuklarından ayırıp “evlendirmekle namuslarını” kurtarmış olurlar. Esaretten özgürlüğe kavuşan genç baba memlekete dönüp karısının evlendirildiğini öğrenince ağzını dahi açamaz. Atasına saygısızlık edemez. Aynı ata “canavar-ahlaksız” gibi gördükleri toplumda gelinine-kızına sahip çıkıp koruyamaz ama yanında, çocuğunu seven gelinini gördüğünde “saygısızlık, terbiyesizlik yapma” duyarlığını gösterirler.
Bu koşullar altında Medeni Kanun “kadına da, erkeğe de sevmeyi, saymayı ve insan olmayı” öğretti. İnsanların omuzlarına sorumluluklarını yükledi. Düşünmelerini, birbirlerine saygı duymalarını, “değer vermelerini, birbirlerinden vazgeçmemelerini” öğretti. “Boş ol” dendiğinde boşanmamayı, kadının ve erkeğin ortak bir hayatları olduğunu, öyle hemen vazgeçilemeyeceğini, birtakım bağlayıcı hakların “ortak bir hukuk” yarattığı bilincini getirdi; kadının insan olduğunu getirdi. Alınıp satılamayacağını, babaların, köle tacirlerinin malı olmadığını getirdi. Köleliği-cariyeliği kaldırdı. Sarayları köle pazarlarından getirilen kadınlarla doldurulamayacağını getirdi. Medeni Kanun insan haklarıyla kadın haklarının eşitliğini getirdi. İnsan haklarıyla kadın haklarının birbirlerinden ayrı tutulamayacağını getirdi. “Gönüllü kölelere” söylenecek söz olmadığını getirdi. Yasa karşısında kadınla erkeğe eşitlik getirdi.
Nüfusunun yarıdan fazlası kadın olan bir ülkede, medeni kanuna rağmen ne sosyal, ne kültürel, ne de ekonomik bağlamda kadının özgürlükleri hukukun teminatı altına alınmadı. Hala öldürülüyor ve hala insan yerine konulmuyor…
Anayasa’nın ciddiye alınmadığı, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının uygulanmadığı ülkemde hangi “hukuki teminatı arıyorum” değil mi? Ama yine de insanız. Dokuz köyden kovulsak bile doğruyu söyleyeceğiz. Bu ülke bizim, bu toplum bizim!
Sevgiyle, esenlikle kalınız…