Bu okullar hala konuşuluyor ve tartışılıyorsa Türkiye’de “bir şeyler eksik ve yanlış gidiyor, düzeltilemedi daha” demektir. Geçen yetmiş yıla rağmen “eğitim rayına oturtulamadı” demektir.

Köyler taşındı ama eğitim sorunu duruyor; makinelerle toprak işleniyor ama haksızlıklar, hukuksuzluklar, feodal-aşiret düzeni, kölelik sürüp gidiyor; iki yüzün üzerinde üniversite kuruldu ama kadın hakları yerlerde sürünüyor; 85 milyona çıktık ama ekonomik yetersizlikten gençler okullarını bırakıyor. Modern yollar, köprüler, tüneller açıldı ama geçilemiyor. Şehir hastaneleri açıldı ama randevu alınıp doktora gidilemiyor. Cehalet hüküm sürüyor.

Toplum sıkıştırlmış, çözümsüz bir hayatın içine sokulmuş biçimde yaşatılıyor

Köy Enstitüleri kapatıldı ama Amerika’nın Türkiye’deki-dünyadaki adaletsizlikleri, çıkar bağlantılı ikili antlaşmaları hala sürüyor; hala biz Amerika’dan ekonomik yardım, para ve uçak bekliyoruz. Ve Amerika topraklarımız üzerinde kurduğu üslerle tüm Orta Doğu’yu gözetim ve denetim altında tutuyor. Sinek uçsa görüyor, “mahalli-iç çatışmaları körüklüyor.”

“Cariye-kölelik” kültürü ve inancını yaşayan bir toplumda, kadınla erkeği yan yana getirmek, karma eğitime tabi tutmak akıllara durgunluk veren, “devrim” nitelikli bir işti. Oysa kadını “iş hayatının içinde” görmek istemeyen kafalar, din adına, ahlak adına, namus adına, hayallerinin sınırlarını zorlayarak, “erkek ve kadınla” ilgili ne kadar pespaye yakıştırmalar varsa, açılan kanalizasyon ağzı gibi tüm pisliklerini iftira olarak bu okullara boşalttılar.

Kadın bilgili, kültürlü, akıllı olacak, iş hayatının içine girecek, ayakları üzerinde duracak, kişilik kazanacak, boyun eğmeyecek, özgürlüklerini yaşayacak, erkek egemenliğine teslim olmayacaktı. “Cariyelik-kölelik” anlayışına pirim vermeyecekti. Bilecek, düşünecek, üretecek ve insanca yaşayacaktı.

Köy Enstitüsü demek, kadına “insan haklarını” kazandırmak, kadını insan gibi yaşatmak, kadını özgür kılmak demekti.

Ne kadar, suç, iftira varsa, ne kadar karalama, çamur atma varsa tümü toprak ağalarınca, Amerika destekli olarak Köy Enstitülerinin üzerine yağdırıldı. Bir yandan ahlaksızca hayaller, bir yandan “komünist eğitim veriyor” töhmetleri, kurulduğundan beri aleyhte bulunan vekiller

Şeytanın değirmenine su taşıdılar. Tüm amaçları, “kadın erkeğin köleliğinden kurtulmasın, erkeğin egemenliğinden çıkmasın, iş hayatının içine girerek ayakları üzerinde durmasın, kişilik kazanmasın, yoksula toprak verilmesin, ağaların düzeni değişmesindi.”

Bilgi güçtür, kuvvettir. Beyni duruluğa, aklı keskinliğe ulaştırır; yaşama anlam katar.

Çıkarları zarara uğrayanlar ve kadının aktif olmasını istemeyenler, kadının gücünden çekindikleri için Köy Enstitülerini hep “fitne, fesat yuvası” olarak gördüler, gösterdiler. Okuyan, eğitilen, yetiştirilen, akıllı, bilgili, ayakları yere basan, erkeklere düşüncelerini, deneyimlerini ezilmeden açıklayan kadını içselleştiremediler. Kadını eski durumuna getirmek için en iyi çare Köy Enstitülerini kapatmaktı. Kadına bu gücü veren ne anası, ne babasıydı. Kadına bu gücü veren Köy Enstitüleriydi; kadını güçlü kılan eğitimdi, meslekti, okuldu.

“1935 verilerine göre 16 milyon nüfusun 12 milyonu köyde yaşıyordu. 40 bin köyün 35 bininde okul yoktu. Erkeklerin %76.7’si, kadınların %91.8’i okur-yazar değildi.”

Köy Enstitülerinin amacı köylüyü aydınlatmak, yeni tekniklerle toprağı işlemek, yaşayışlarını çağdaş düzeye çıkarmaktı. Köy Enstitülerine karşı olmak, Türk halkının, Türk köylüsünün “kader” diye biçimlendirilen geri, yoksul, geleneksel yaşamından kurtulmasını istememek; topraksız kalmasını, ağaya mahkumiyetini sürdürmesini, yaşayışında değişmemesini sağlamak demektir.

Enstitülerde okuyan kız çocuklarını “her türlü ahlaksızlıklarla” suçlanmaları yetmiyormuş gibi “ceket ve pantolon giymelerini” de “komünistlikle” itham ettiler. Karma eğitimi en çok, “Türk aile ve ahlak anlayışına” uymamakla ön pılana çıkardılar. Oysa ARAP örfünü tanımadan önce Türk kadını her işte erkeğinin yanındaydı, erkeğiyle at sırtında ava gider avlanır, savaşa gider, dövüşürdü.

Her işte Araplar örnek alındığı için, akla, bilgiye düşman olanlar da kadının sıtatükosunun değişmesini istemediler ve enstitüleri kapattılar.

Aradan 70 yıl geçmesine karşı kalkınamadığı için köyleri boşalttık, kentlere taşıdık, varoşlara yerleştirdik; bir meslek sahibi yapamadık. Kentlerin yapılarını değiştirdik. Sorunu çözebildik mi? Daha büyük sorunlar yarattık, toplumu terörize ettik, dünya standartlarına çıkaramadık.

Hemen hemen her gün, kadını insan yerine koymuyor öldürüyoruz. Fiziki, ruhsal-kültürel, sosyal, hukuki haklarını koruyamıyoruz. Oysa Köy Enstitüleri kadınları tüm haklardan yararlanacak biçimde eğitiyor, hayata hazırlıyordu. Şimdi “din adına, tarikatlar, cemaatler kadını yok sayıyor, kadına yön veriyor”, giyiminden-kuşamına, çocuk doğurmasına, çalışıp çalışmamasına kadar hayatını düzenliyor.

Sevgiyle, esenlikle kalınız…