KADİM KENTİN YİTİK ZAMANLARI
Bir ömre sığar mıydı bu kadar kayıplarımız.
Sanki hiç yaşanmamıştı, bunca yıllar anılar.
Bahçesinde incir ağacının gölgesine sinmiş serçeler gibi savruldu insanlar.
Kara tahtasının başında kara bahtına aydınlık ışıkların saçıldığı taş yapı okulların bahçesinde mendil kapmaca oynayan çocukların geçmişiydi yıkılıp gidenler aslında.
Ya da köy okullarının tüten bacalarındaki odunları taşıyan yüreklerin yokluğu da sarmış viran olmuş okul bahçelerindeki hazan yapraklarının soluk renkleri gibi her yeri.
Dar sokaklarında top oynamaktan yorulmuş çocukların ağzını uzatıp susuzluğunu giderdiği çeşmeler de yok olup giderken, ne o çocukların şen şakrak halleri ne de geçmiş zaman izlerini hatırlatan bir taş parçası kalabilmiş bugüne.
Ya o denizin azgın dalgalarına bile aldırmadan kuzguni siyah kumlarına ayak izlerini bırakarak kendini Karadeniz’in serin sularına bırakan cesaret sahibi mahallenin abileri nerede.
Nerede anne kokulu komşu teyzelerimizin kapı önlerinde sohbet yaptığı sokaklar?
Her mevsim ayrı kokan bahçelerden yayılan ağaçların çiçekleri de terk etti bizi.
Bahçeler de betonun hışmına uğradı.
Boztepe koruyucu bir zırh gibi kucaklamışken kenti, ona da iki göz açıverdi zamanın ruhu, artık bu kentin halini kendi gözleriyle görebilsin diye.
İnsanlık tarihi ile yaşıt kadim kentin üzerinde yaşanan ve yaşatılan her ne varsa zaman tünelinden günümüze ulaşırken “imar” denen kavramın içi boşaltılarak, bir kentin ruhuna nasıl kıyılırın yüksek lisansı yapılır oldu Trabzon’da.
Bin bir çeşit balığı olan denizine bile sahip çıkılamadı.
Kayadan denize atlayıp dibinden midye çıkartıp iki taşın üzerine konulan teneke üzerinde midye pişirme şenliğini sorsan kim bilir şimdilerde?
Ne mavnalar, kayıklar, kadırgalar, gemiler, geldi geçti iskelelerden, limanlardan ilk çağlardan bu yana.
Kale duvarlarında hangi ustaların eli değdi ismini bilmediğimiz kralların emri ile.
Mabetler yapıldı ilkçağlardan bu yana her dönemin inancına uygun.
Hanlar, hamamlar, çeşmeler, konaklar süsledi kenti.
Hanlarda keselerin içinde parıldayan altın ve gümüş sikkelerin şakırtılarıydı, Uzak Doğu’nun ipeklerini baharatlarını getiren antik limana.
“Ciniviz’den kalma.” derler halen günümüzde biraz eski olmasın herhangi bir eşyaya, hatta eskilerden konuşan yaşlı bilge insana bile buralarda.
İsmi kalıp kendi yok olan ne eserler kaldı tarihin tozlu sayfalarında.
Kale surlarının hemen yanı başında kim bilir ne de hevesle giderdi kral kızı kendi ismini taşıdığı hamama.
Sonrasında Fatih’in askerleri yorgunluklarını bu hamamda atmışlar mı bilinmez.
Bilinen o ki ilk cuma namazını kıldığı Yenicuma Camii ve de yorgun bedenini dillendirip bir süre istirahat ettiği Fatih Hamamı da dâhil olmak üzere etrafının betonla sarılmasıyla görünmez olduklarıdır.
Çok mu zordu Trabzon’u fethetmekten kadim kentin olanca güzelliğini taşıyan tarihi kimliğini kayıp zamanın ruhu ile saklamak?
Kadim kentin yitik zamanlarında yaşayan insanlardan ne kaldı geriye? Bıraktık, kuleler kenti Trabzon’un geçmiş zaman hikâyelerini, çoğumuz, doğup büyüdüğü mahallesini, geleceğe hazırlandığı okulunu kaybetmiş durumda değil mi?
Yorgun bedenlerin şehri Trabzon, yitip giden kayıp zamanını geri alabilir mi bir daha?
***
GÜLBAHARHATUN TÜRBESİ’Nİ EGZOZ DUMANLARINDAN KURTARABİLİR MİYİZ?
Gülbaharhatun, Yavuz Sultan Selim Han'ın annesidir.
Yavuz Sultan Selim Trabzon’da 1502/1524 yıllarında Valilik yaparken annesi 1510’da burada ölmüş ve Trabzon’da ismini taşıdığı mahallede toprağa verilmiştir.
Yavuz da annesi için Gülbaharhatun Camii Külliyesi içinde bir türbe yaptırmıştır.
Camii ve türbe Trabzon’un değerli kültürel varlığı olarak korunarak bugüne gelmiştir.
Ancak bugün Gülbaharhatun Türbesi neredeyse yolun içinde kalmış vaziyette.
Vakıflar Genel Müdürlüğü zaman içinde kararan Türbe duvarlarını temizlenmesine rağmen yine de kısa sürede taşlardaki tahribat ortaya çıkmakta.
Bunca aracın türbenin hemen yanı başında seyrettiği bir ortamda Türbe’nin çıkan egzoz gazlarından zarar görmemesi mümkün değil.
Trabzon Valiliği yapmış sonrasında Osmanlı’nın en kudretli padişahlarından olan Yavuz Sultan Selim’in emaneti olan annesinin türbesine Trabzon, gereken özeni göstermelidir.
Ne yapılabilir?
Uzun ve kısa vadeli çözümler üretilebilir.
Bir kişinin bile zor geçebileceği Türbe ile yol arasında kalan kaldırımda durup bir Fatiha bile okuma imkânı yok denecek kadar sıkışık bir yerde Türbe.
Zaman içinde üretilebilecek en iyi çözüm Erdoğdu yoluna bağlantının tamamen alt geçitten verilmesi düşünülebilir.
Böylesi tarihi yapılar milli tarihimizin simgeleri olarak daha bir özenle korunmalıdır.
***
ÇAY BAHÇESİNDE BİR AFRİKALI
Kırk yıl düşünsek aklımıza gelir miydi?
Dedelerimize deseydik ki, gün gelecek çayı da fındığı da başka ülkelerden gelecek insanlar toplayacak inanırlar mıydı?
Geçenlerde Rizeli bir dostumla sohbet ederken söz döndü dolandı çay bahçelerinde çalışan işçilere geldi.
Bölgemizde çay ve fındık döneminde nüfusun arttığını, çayı ve fındığı olanın memleketine dönüp ürününü topladığını biliyorduk.
Bu durum yörenin vazgeçilmez klasiğidir.
Bir Karadenizli nerde olursa olsun, isterse yurt dışında bulunsun çayını fındığını toplama ya da toplatmak için mutlaka memleketine döner.
Şimdi de öyle mi acaba?
Rizeli dostumuza kulak verelim.
İsterseniz o anlatsın biz dinleyelim: “Çaylıklarımızda artık çalıştıracak yerli işçi bulmak çok zor. Hatta imkânsız. Biz çay toplama mevsiminde gelip hem memleket havası alıyor hem de çaylarımızı kesmek için işçi arıyoruz.
Köylerimizde kimse yok. Kalanlar yaşlı insanlar. Biz gurbetteyiz. Sağlığı yaşı uygun olanlar da tarlada çalışmıyor.
Diyeceksiniz ki, çay bahçelerinde kim çalışıyor. Kim topluyor çayı?
İyi ki yabancılar var.
Suriyeli, Gürcü, Afganlı, Iraklı hatta Afrikalı işçiler olmasa çay tarlada yanacak.”
Fındık bahçelerinde de benzer durumun olduğunu belirten dostumuz bir şekilde ürünü yarıcıya vermiş gibiyiz diyor.
Evet, bahçeler Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na dönmüş.
Her milletten insan var.
Peki, ne olacak bizim milletin hali?
Üreten yok hazıra konmak isteyen, zahmetsiz ekmek arayan çok.
Çok mu zenginiz yoksa çok mu tembel, anlayamadım.
Siz anlarsınız, bize de anlatın.