KABUSTAN UYANIYORUM

Uyku ile uyanıklık arasında gidip geliyorum. Dünyanın kirli oyunlarının arasında savuruluyorum sonbaharda düşen yapraklar misali. Rüzgarına göğüs gerdim, tutunuyorum derken aniden bastıran yağmur ve kar ile yeniden başlıyorum savrulmaya. Tam düşerken kalkıyor aldığım darbelerin acılarına direniyorum.

Rüya görür misali sisli puslu bir perdenin ardından izliyorum. Kendimi dışarıdan bir göz gibi görüyorum. Dünyanın acımasızlığı bana da bulaşmış sanırım kendime bile üzülemiyorum.  Düşene bir tekme de ben vuruyorum. Aynanın karşısındayım kafamı bir sağa bir sola eğiyor bakıyorum. Gözlerimin rengi değişmiş. Önceden parlakken şimdi solmuş renklerini fark ediyorum.

Bir girdabın içerisindeyim Alice’in düştüğü tavşan deliği gibi değil benim girdabım. Bir solucan deliği misali içine çekiyor yarattığım dünyamı yok ediyor. Etrafıma ördüğüm duvarlarımı yine ben yıkıyorum. Bir gün biri gelir duvarlarımı beraber yıkarız demiştim oysaki şimdi kendi kendime yapıyorum.

Bildiğim tüm kelimeleri, yazdığım tüm cümleleri, yaşadığım tüm anıları dağıtıp gidiyorum. Ellerim üşüyor tutunacak bir dal, ısınacak bir alev arıyorum. Yalnızlığımın pis nefesi daha çok üşümeme neden oluyor. Göğsümün üstüne oturmuş nefes almamı engelliyor.

Dışarıda beni bekleyen tüm korkularıma adım atıyorum. Kapının pervazına sıkıca tutunuyorum ama ayaklarım beni zorla dışarıya çıkarıyor. Yaşamın monotonluğunun içerisine bırakıyorum kendimi. Kafam başka yerdeyken adımlarım götürdüğü yere doğru gidiyorum. Neresi olduğunu umursamadan yürüyorum. Bir deniz kenarı olmasını umuyorum bina yığınlarının arasından geçerken.

Harabe olmuş evlerin arasına bir yaşam belirtisi arıyorum. Bir nefes, bir beden görmeyi umuyorum. Birkaç kişiye çarpıyorum ama aradığım bu değil biliyorum. Devam edemiyorum ayaklarım olduğu yere çivileniyor. Etrafımda dönmeye başlıyorum. Başım dönene kadar, hatta yere düşüp dizlerim kanayana kadar durmuyorum. Önceden olsa bir çocuk gibi ağlar anneme koşardım. Kucağına kıvrılır saçımı okşarken ağlamaya devam ederdim. Şimdi bir anne kucağı sıcaklığını bile içimi ısıtamaz.

Buz gibi olmuş ellerimin sebebi dışarıdaki soğuk değil içimde kalbimi bile donduracak kadar baş göstermiş bir hastalık. Sevdiğim ve sevildiğimi zannettiğim insanların bana bıraktıkları bir virüs bu. Önce kalbimden başlayan sonra tüm benliğime doğru yayılan bir miras… Reddi miras yapmak istediğim ama yapamadığım bir durumun içerisindeyim.

İçimde taşıdığım son güven kırıntısını da olduğum yerde bırakıyorum. Gökyüzünü kaplayan kara bulutları hatta acımasızca düşen yıldırımların etrafı aydınlatmasına bakıyorum. Kalkıyorum düştüğüm yerden kendi çabalarım ile. Yürüyorum yeniden yolun sonuna doğru. Adımlarımı hızlandırıyorum yine de olmuyor ben gittikçe varmak istediğim yer bir o kadar uzaklaşıyor benden.

Tüm korktuğum senaryoları tek tek yaşatırken hayat bana umutlarımı gömüyorum mezarıma kimsenin gelip bir çiçek dahi bırakmayacağını bile bile. Toprağı kendi ellerim ile atıyorum tabutumun üzerine. Tırnaklarımın arası kirlenirken gözyaşlarım ile veriyorum can suyumu.

Kabustan uyanır gibi nefes nefese atıyorum kendimi yataktan. Etrafıma bakıyorum korku dolu bakışlar ile. Bir kabustan diğerine kalkıyorum. Üstelik bu sefer uyanmayacağımı biliyorum.