Kimselerin hamaset avcılığı yapmaması gereken hassas bir dönemden geçmekteyiz.
Yıkılan binlerce binanın yapılma sürecine girilecek günlere doğru hızla ilerliyoruz. Bütün bilimsel ve kurumsal uyarılara rağmen işini dürüst yapmayan yüklenicilere karşı; depremde yıkılıp virane olan şehirlerimizin bütün binalarını ve alt yapı sistemlerini Japonlara mı yaptırsak acaba diye insanın içinden geçmiyor değil!
Biz de en kralından deprem profesörleri var, deprem uzmanları var, depreme dayanıklı yapı bilgisi var ama “iş ahlakı” eksik ve yok! Hem bu yaklaşımla; malzeme hırsızlığını bir türlü önleyemediğimiz “çakma yüklenicilerin” ölüm saçan yapılarından gelecek nesillerimizi korur ve kurtarırız ve hem de adı “Yapı Denetim Şirketi “olan fuzuli, rantçı yapıları tavsiye etmiş oluruz.
Yöneticilerimizin böyle bir tercihte bulunabilme cesareti, ayni zamanda “Japon Deprem Teknolojisini” de ülkemize getirmiş olacaktır. 1995 yılında Japonya’yı vuran büyük “Hanshin” depremi ve2011 de gerçekleşen 9.0 büyüklüğündeki “Tohoku” depreminden Japonlar büyük dersler çıkardılar. Bu girişimin görünürde bir ekonomik kayıp olduğu düşünülürse de, esasında, birçok şehir ve bölgemizde, eli kulağında olan deprem tehditlerine karşı nasıl hazırlanacağımızı da en son gelişmeleri inceleme şansımızı kullanarak öğrenmiş olacağız. En azından işbirliği yapmamız elzem görülmektedir. Bilim adamlarının söylemekten “ağızlarında tüy biten” Marmara depreminin muhtemel sonuçlarını hayal etmek bile bir felakettir. Yirmi milyon hareketli nüfusu olan İstanbul’da yedinin üzerinde meydana gelecek olan bir depremin sebep olacağı can kaybını düşünmek bile ürkütücü oluyor. Ama detayları bilim adamlarınca açıklanıp, senaryolaştırılan Marmara depremi için, etkisiz ve geçersiz söylemleri tekrar etmenin ötesinde yeterli ve gerekli gözlenebilir bir hazırlık yaptığımız bilim adamlarınca henüz doğrulanmış değil! Yaşananlardan ders çıkarmıyoruz. 1999’lu yıllarda hazırlanan ciddi bir “deprem yönetmeliği” olmasına rağmen; deprem vergilerini amacı doğrultusunda yeterince kullanmıyoruz. İstanbul gibi metropol şehirlerimizde bile, deprem anında toplanma ve barınma alanlarının henüz yeterli olarak oluşturulmadığı söyleniyor. Bilimsel olarak deprem risklerine karşı hazır ve eğitimli olarak tutacağımız personel sayısı ihtiyacımızın çok altında görülüyor!
Deprem anında toplanma yeri olarak ayrılan alanların, bununla da yetinilmeyerek, deprem sonrası insanlarımızın en tabi ihtiyaçlarını karşılayacak yeterlilikte ve donanımda olması gerekirken biz bu alanları yapılaşmaya açıp sonra da “kader” diyoruz! Bunun adı kader değil, keyfilik savrulmasıdır! Sorumluların sorumluluklarını bile Yüce Allah’a havale etme kurnazlığıdır! Tedbirleri almadan, tedbirsizliğin sebep olduğu sonuçların sorumlusu mutlaka ki tedbirleri almayanlardır. Kaderin bunda ne rolü olabilir ki! Ancak şunu da unutmamalıyız ki; hiçbir tedbir takdiri değiştiremez ancak bizim görevimiz tedbir almaktır.
Ben bir Türk milliyetçisi olarak, kendi insanlarımızı her zaman değerli bildim. Ama artık anladık ve gördük ki; bizim değerli bildiklerimiz meğerki bizleri aldatmakta, kumdan evler yaparak, yıllarca depreme dayanıklı ultra yapılar yalanlarıyla bizlere utanmadan satanlardır! Bunun yanında, bunların sahtekârlıklarını denetleyecek olan, büyük büyük tabelaları olan, “Yapı denetim şirketleri” birer fason kuruluşlarmış. Bunların içinde mutlaka işini doğru-dürüst yapanlar ve yapmak isteyenler de vardır. Ancak çakma yükleniciler bu tavırlarından dolayı bu tip Yapı Denetim Şirketleri ile çalışmayı istemezler. Yüklenicilerin tercih ettiklerinin ise kanunda belirtilen görevlerinin hiç birini doğru-dürüst yapmadıklarını bu büyük deprem felaketi bizlere acı bir şekilde göstermiştir. Bunlar yüklenicilerden daha çok sorumludurlar. Bunların ihmalleri yüzünden hayatını kaybeden on binlerin elleri, bu dünya da da, öteki dünyada da bunların yakalarında olacaktır, unutmasınlar!
Türkiye Cumhuriyeti devletinin şerefli bir mensubu olarak yaşananların bir kader olmadığını, ihmallerin, sorumsuzlukların, hırsızlıkların meydana getirdiği acı bir keder olduğunu hepimiz biliyor ve görüyoruz. Bunun yanında; bizim gibi deprem riski yüksek ülkelerde yetkililerin aklının ucundan bile geçirmemesi gereken ve çeşitli dönemlerde defaten yapılan “İmar affı” ile denetimsiz yapılan binalara on binlerce sağlıksız bina da eklenmiştir. Sonuç ise her şeyi ile yapılanların yanlışlığını ortaya koymaktadır. Yeri geldiğinde değerlerimiz için “mangalda kül” bırakmıyoruz ama 9.0 şiddetinde bir depremde bile günlük hayatına devam eden ve de doğru-dürüst bir dinleri bile olmayıp, güneşe tapan Japonlardan hiç olmazsa işin ahlakını, adabını ve de tekniğini öğrenelim, alınganlık yapmayalım, ilim Çin’de de olsa gidip almak bizim görevimiz değil midir?
Bununla birlikte; depremle mücadele sadece devletin görevi değildir. Ölüm, ekonomik kayıp, altyapı hasarı gibi kötü sonuçları azaltmaya yönelik “bütüncül bir yaklaşım” gerekiyor. Müdahale, iyileştirme, zararı azaltma ve hepsinden önemlisi önleme. Teknik önlemleri, gereklilikleri, yasaları, felaketlerle yüzleşmeyi, ders çıkarmayı sağlayan ve güçlü bir yurttaşlık bilincini kapsayan acil bir “önleme kültürüne” ihtiyacımız olduğu ortadadır.
Başta yükleniciler ve onları teknik olarak denetleyecek olanlar olmak üzere devletimizin bütün kurum ve kuruluşlarıyla ve insanlarımızın bütününün gönül ve karar birliği içerisinde bu felaketi geride bırakma gayreti içinde olacaklarına inancımız tamdır. Vira Bismillah.