İŞLEVSİZ ÖRGÜTLER

Atatürk milli ve insani duyguları kaynaştırarak tüm insanlığa sevgi ve saygı ile yaklaşmış bir liderdir. Yaşamının her alanında bunun örneklerini hayat tarzı ile görmek mümkündür. Söylediğiyle davranışı bir olmayan insanlar, makbul kişilikler değildir.

Dış politikada başarıyı savaşçı ve saldırgan bir politikada değil, barıştan ve kardeşlikten yana bir tutum ve davranış sergilemekte görmüştür. Söylediği sözler kişiliğinin karakteristik özelliğini de ortaya koyar.  ‘’Savaş zaruri ve hayati olmalıdır. Ulusun yaşamı tehlikeyle karşı karşıya kalmadıkça savaş bir cinayettir.’’

Muharebe meydanlarında bizzat bulunarak ön cephelerde çarpışan ve hatta yaralanan Mustafa Kemal, savaşın yıkıcı yönünü en iyi bilen ve bu yüzden de barışın özenle korunması için ısrarla çabalayan bir askerdi. Nitekim defalarca açıkladığı ‘’Yurtta barış cihanda barış’’ ilkesi, barışa verdiği değeri göstermesi açısından çok önemlidir. İnsanlığı adeta bir aile, ulusları akraba, bir ülkenin sorununu da insanlığın ortak sorunu olarak algılamış ve bu anlayışta davranmıştır.

Milletlerin, çıkabilecek veya genişleyebilecek bir savaşa engel olmak için silahlı güçlerini, mali imkânlarını saldırgana karşı birleştirmenin gerekliliğini vurgulamış ve bu yönde örgütlenmenin değerini çeşitli ortamlarda ve değişik zamanlarda ifade etmiştir.

Tabii bu örgütlenmenin caydırıcı ve muktedir olması, ancak samimi ve katılımcıların eşit karar hakkının olduğu bir yapıda gerçekleşebilecektir. Bugünkü NATO, Birleşmiş Milletler gibi örgütlenme biçimlerinin Atatürk’ün ifade ettiği görevleri yapma imkân ve kabiliyetlerinin olmadığı, günümüzdeki tutumları ile ortaya çıkmıştır. Adeta öylesine örgüt olarak kalmış ve işlevsizleşmişlerdir; tabeladan ibaret kalmışlardır.

24 Şubat 2022 tarihinde başlayan Rusya-Ukrayna savaşının halen devam ediyor olması ile Hamas’ın İsrail’e saldırısıyla başlayan, devamında İsrail Başbakanı Netanyahu’nun soykırım uygulaması ile süregelen savaşın sürüyor olması Atatürk’ün tarif ettiği örgütlenme modelinin kurulamamış olmasındandır. İnsanlığı aile olarak gören bir anlayış ile binlerce insanın ölmesini izleyen ve hatta gizli veya aleni destekleyen bir anlayışın zıtlığı aşikâr değil mi?

Atatürk’ün sözleri adeta geleceğe ışık tutar gibi…’’Dünya milletleri arasında sükûn, vuzuh (açıklık) ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendi kendisi için ne yaparsa yapsın huzurdan mahrumdur. En uzakta zannettiğimiz bir hadisenin, bize bir gün temas etmeyeceğini bilemeyiz. Bir vücudun parmağının ucundaki acıdan diğer bütün aza müteessir olur.’’ Devam eden savaş her nerede olursa olsun en uzağa bile sirayet etme olasılığını taşır.

Atatürk, devletlerarası ilişkilerde söz sahibi olmanın özellikle askeri ve ekonomik güçlülükle yakın bağlantılı olduğunu biliyordu. Aktif bir dış politika izlerken, düşmanlıkta ve dostlukta aşırılığa kaçmamış ve milletin çıkarlarını ön planda tutmuştur.

Rejim farkı gözetmeksizin dengecilik temelinde iyi ilişkiler içerisinde bulunmaya çabalamıştır. Nitekim Kurtuluş Savaşında milletin çıkarları çerçevesinde Sovyetler Birliğine yaklaşmış ancak komünizmden uzak durmuştur.

Devrimci karakteri gereği değişim ve gelişimin kaçınılmaz olduğunu her zaman vurgulamıştır. Dolayısıyla dış politika anlayışını, değişen koşullara ve çağın gereksinimlerine uyum sağlayan dinamik ilkelere dayandırmıştır.

Savaş ve saldırganlık karakteri olan veya değer yargıları zayıf olan yöneticilerin milleti maceraya sürükleyerek felakete sebep olabileceğini biliyordu.

Nitekim Söylevde bu endişesini şöyle dile getirecektir. “Sultanlarla, Halifelerle idare edilen memleketlerde, vatan için en büyük tehlike, onların düşmanlar tarafından satın alınmalarıdır. Meclislerle idare edilen memleketlerde ise bazı milletvekillerinin yabancılar adına çalınmış ve satın alınmış olmalarıdır. Bunun için millet, kendi vekillerini seçerken çok dikkatli ve kıskanç olmalıdırlar.”

İç cephenin önemine o zaman dikkat çekmiş ve Meclisin çalışmasının ümit verici olup olmamasını iç ve dış cephelerle ilişkilendirmiştir. Ancak dış cephe sarsılsa bile önemli direnç noktası olarak iç cepheyi vurgulamıştır.

Son günlerde Cumhurbaşkanının ‘’iç cephe’’ çağrısına MHP olumlu tepki verirken diğer partiler de kayıtsız kalmamıştır. Ancak sorulması gereken önemli iki ciddi soru vardır.

İç cephe 2002’den önce mi daha güçlüydü yoksa milyonlarca (resmi verilere göre yaklaşık beş milyon, gerçekte çok daha fazla) Sığınmacının ülkeye gelmesi ve yaşaması ile şimdi mi daha güçlü?

Cevap 2002’den önce güçlüydü ise bugünkü olumsuzluğun sorumlusu kim?

Bir veri ile bitireyim. İstanbul’da yaşayan en kalabalık hemşeri grubu TÜİK verilerine göre sırayla (ilk beş); Sivaslılar (650 bin), Suriyeliler (530 bin), Kastamonulular (545 bin), Ordulular (515 bin), Giresunlular (482 bin)…