Felaketin ikinci günü İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu Kahramanmaraş’taydı. Deprem alanını geziyor, depremzedelere “geçmiş olsun, başsağlığı, sabır ve rahmet dileklerini” bildiriyor, sarılıyor, kucaklıyordu. O sırada anda bulunan bir “vekil eskisi” kadın, “İngiliz uşağı” diye bağırarak eline ne geçirebildiyse Ekrem Başkana fırlatıyordu. Bu ne öfke, bu ne düşmanlık, bu ne kindi ki, beslediği duygularla, korkunç acının ortasında depremi unutarak saldırıyor, yanındaki arkadaşı zapt etmekte güçlük çekiyordu.
İngiliz düşmanlığı bu kadar şiddetli olan bir insanın, tarihi kişilikler arasında bulunan “İngilizcilere, Almancılara, Fıransızcılara, Rusçulara, Amerikancılara…” karşı nasıl bir tavrı vardı? İnsan gerçekten merak ediyordu. Ünsüz biri Ekrem Başkana böyle bir çıkış yapsaydı, kuşkusuz önemlidir, ama bir “vekil eskisinin” çıkışı kadar önem kazanıp haber olmazdı: Kendini değil de başkalarını sevmek konusunda tarih nelere tanıklık ediyordu?
“93 HARBİ’NDE” Osmanlı, Rusya’dan tarihinin en ağır yenilgisini aldı. Ayastefanos-Yeşilköy- Antlaşmasıyla Osmanlı’yı parçaladı: Rusya Balkanlara ve Doğu Anadolu’ya yerleşti, sıcak denizler rüyası gerçekleşerek Akdeniz’e indi. “Osmanlı, Ermeniler üzerinde Rusya’ya söz hakkı tanıdı. 1.400 milyon ruble savaş tazminatı ödemeye mahkum oldu. Bulgaristan kuruldu, Osmanlı Balkanlardaki topraklarının tamamına yakınını kaybetti.
93 Harbini Saray’dan yöneten II. Abdülhamit, sekiz sadrazam değiştirerek ülkeye büyük bir istikrarsızlık yaşattı. Bu zafiyet Rusya’nın işini kolaylaştırdı. “Strateji dehası” olarak anlatılan ve yere göğe sığdırılamayan Abdülhamit ne yazık ki savaşta, hiçbir zeka parıltısı göstermedi.
Rusların Avrupa’ya-Balkanlara yayılmasından ve sıcak denizlere inmesinden rahatsız olan İngilizler, Rusları ikna ederek “Berlin’de bir konferansa” katılmalarını sağladı. Osmanlı, Fıransa, Almanya, Rusya, Avusturya ve İtalya konferansın baş aktörleriydi.
İngiltere Osmanlı’ya, “Kıbrıs’ı bana verirsen Berlin’de sana yardım ederim” diyordu. Asıl maksadı Akdeniz’i ve yeni açılan Süveyş Kanalını kontrol etmekti. Ümit Burnu yolu bitecek, Kızıl Deniz üzerinden sömürgesi Hint Kıtasına ulaşacak ve ticaret yollarını elinde tutmayı sürdürecekti. Ayastefanos antlaşması yumuşatılarak(!) 129 madde, 64 maddeye indirildi, ama “bu antlaşma Türkler için bir hezimet olmaktan öteye geçmedi.”
II. Abdülhamit, kendini, saraylarını, ülkesini korumaktan acizdi. Çırağan’da yediği baskından sonra kendini güvende hissedebilmek ve Anadolu’nun Ruslar tarafından işgalini önlemek için İngilizlere “Sarayı ve ülkesini korunma” talebinde bulundu, İngilizlerle “bir sözleşme” imzaladı: “İngiltere, Çırağan Vakası'ndan üç gün sonra, 23 Mayıs 1878'de, Kıbrıs'ın kendisine verilmesi şartıyla Berlin Konferansı'nda Osmanlı'ya yardım edeceğini bildirdi. II. Abdülhamit, 25 Mayıs 1878’de Kıbrıs’ı İngiltere’ye bırakmayı kabul etti.” Böylelikle Ada’da1960 kadar sürecek İngiliz egemenliği başlamış oldu.
Uşaklık hizmetkarlıktır. Başkalarının emri altında olmak, onların çıkarları için çalışmaktır. “Bir kimseye hizmet veya kulluk etmek; kendi çıkarı için yasal veya ahlaki olmasa bile başkasının her dediğini yapmak zorunda olmaktır.” İngiliz-Amerikan uşaklığının nasıl bir şey olduğu anlaşılır mı acaba?
“Padişah Vahdettin, İngilizlere yaklaşmak için beş defa sadrazamlığa getirdiği İngilizci Damat Ferit ile İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin kurucusu İngilizci Sait Molla'dan yararlanmıştır.”
"Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri" adlı kitabın yazarı Gotthard Jaeschke, VI. Sultan Mehmet Vahdettin'in İngiliz dostluğunu kazanmak için "İngilizlere yalvarıp yakardığını" belirtti. Sina Akşin de, "İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele" adlı kitabında Vahdettin'in İngilizlerle ilişkilerini anlatırken, "Yalvaran Bir Padişah" başlığını kullandı.
Akşin, Vahdettin'in aşırı İngilizciliğini, "Saray, kurtuluşu İngiliz İmparatorluğu ile bütünleşmekte görüyordu; çünkü halife sıfatı ancak bir Müslüman imparatorluk camiası içinde anlam ve değer taşıyabilir, dolayısıyla saygı görebilirdi" diye açıklıyor.
Vahdettin Sait Molla, İngiliz casusu Rahip Frew'le birlikte Milli hareketi yok etmek için her türlü entrikayı çevirdi. “Rahip Frew, İngiliz Haber Alma Servisi'nin önemli bir üyesidir.” Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu'da çıkarılan “21 ayaklanmanın arkasında Rahip Frew, Sait Molla işbirliği ve İngiliz Muhipler Cemiyeti” vardır.
Fethi Tevetoğlu, "Milli Mücadele Yıllarındaki Kuruluşlar" adlı kitabında, İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin kurucularından birinin doğrudan Sultan Vahdettin olduğunu belirtmiştir: "Türkiye İngiliz Muhipler Cemiyeti, başta Padişah VI. Mehmet Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit Paşa, Dahiliye Nazırı Ali Kemal, Adil, Mehmet Ali ve Saadettin Beylerle, Ayan'dan Hoca Vasfi efendi olmak üzere, İngilizlerin idareye biran önce el koymasını isteyen ve İngiliz himayesi projesini hazırlayan, milli güç ve güvenden yoksun, umudunu yitirmiş gafiller, korkaklarla, bir takım satılmışlar tarafından, İngilizlere muhabbet ve taraftarlık, kendilerine çıkar sağlamak için, Milli Mücadele'ye karşı kurulmuş bir ihanet şebekesidir."
“İngiliz Uşağı” diyenlerin tarihe bir göz atmaları, araştırmaları, her sözün her insan için söylenmeyeceğini anlayıp öğrenmeleri, gerçek “yurtseverlerle” “İngiliz Uşaklarının” kimler olduğunu açık seçik bir biçimde görmeleri gerekirdi. Teali İslam Cemiyeti Başkanı ve İngiliz Muhipler Cemiyetinin yakınında olan İskilipli Mehmet Atıf Hocanın bildiriler yazıp Yunan uçaklarıyla dağıttırttığını öğrenmek bir yurttaşlık görevidir. Vahdettin’in İngilizlerle birlik olup, kurtuluş hareketini baltalamak için çıkardığı isyanları, Kuvayı Milliye’ye karşı kurdurttuğu Kuvayı İnzibatiye’yi, İngilizlerin Mondros’la Anadolu’yu işgal için gönderdiği Yunanlara “onlar bizim misafirlerimizdir” deyişini bilmeleri ve gerçek “İngiliz uşaklığının” ne olduğunu öğrenmeleri, anlamaları, ondan sonra konuşmaları bu millete, bu vatana, bu devlete vefa borçlarıdır... Aksi halde kendileri olamayan bu insanlar “şucu, bucu” olmaktan kurtulamazlar.
Sevgiyle, esenlikle kalınız…