Temiz siyaset, temiz toplum salt bir ahlak sorunu değildir… Akılcı, dengeli, denetlenebilir, sosyal ve siyasal bir sistem için de hayati önem taşır.
Şayet bir toplumda karar alma süreçleri dumura uğratılıp, tümden felç edilmiş,
Bireysel çıkar ilişkileri; rüşvet, korku, şantaj yurttaşları canından bezdirecek denli pervasızlaşmış,
İdari kararlardan yargısal sonuçlar çıkarma anlayışı, yüksek yargı başkanları tarafından övgüye değer görülüp, sonuçta cübbeye düğme bulunduğunda! artık o sistem içerisinde sağlıklı, akılcı ve toplum yararına uygulamalar bir başka bahara ertelenir…
Yapılması gereken, Türkiye’yi temiz siyasetin, ahlaklı siyasetçinin, birbiriyle barışık temiz bir toplumun egemen olduğu bir ülke haline getirmektir.
Temizlik sadece bir “hırsız” ya da bir “densiz” yakalama eylemliliği değildir. Burada bahsi geçen temizlik siyaset kurumunun para ve güç odaklarıyla olan kara sevdasının! kamuoyu önünde adil, saydam ve denetlenebilir olduğunu açıkça sergileyebilmektir.
İşte bu erdemli duruşu sergileyebilen yönetim anlayışı kendini ve siyasetçiyi şaibeden koruduğu gibi, toplumu da pür-ü pak edip tüm kirlerinden arındırır!..
“Temizlik imandandır “ deyip, zafiyet içinde yakalanan hırsızı, arsızı, yandaşı aklamak adına ha bire keselemek! Temiz toplum anlayışı içinde hiçte hijyenik bir refleks olarak görülmez.
Temizlik; sadece ettiği yemine sadık daha çok savcının, yaşamı pahasına büyük bir özveriyle çalışmasıyla da sağlanamaz… Temizlik bir sistem ve kavrayış sorunudur;
Sistem kendini, insanlığın ulaşmış olduğu evrensel kazanımlar doğrultusunda yeniden yapılandırmadan,
Her türden ayrıştırmayı öteleyip, toplumu demokratik kriterler çerçevesinde bir araya getirip dönüştürmeden… ve tüm bu uğraş için de bedeller ödemeyi göze almadan hedeflediğimiz temiz siyaset, temiz toplum beklentimiz ham bir hayalden öteye geçemez.
Tüm kamu kurumları, kamu yapılanmaları, sosyal-siyasal ve iktisadi tüm örgütlenmeler, medya ve benzeri kitle iletişim odakları… Birbirleriyle ve toplumla olan ilişkileri bağlamında ciddi bir biçimde irdelenmenin ardından; hedeflenen bu proje kapsamında yeniden yapılandırılıp, demokratik dönüşüm gerçekleştirilmelidir.
Doğaldır ki “ bu nasıl gerçekleşebilir? “ sorusunu yanıtlayabilmek hiçte kolay değildir. Her şeyden önce bu büyük eylemliliğin inanç ve kararlılıkla harmanlanıp, projelendirmesi ve uygulama alanının Objektif ve Subjektif koşullarının hazırlanması gerekli olacaktır.
İnancın ve kararlılığın suskunlukla değil ancak eylemlilikle anlam kazandığını ve böylece toplumlarda karşılık bulup, başarının taçlandırıldığını ifade eden Jean – Paul Sartre;
“ Düşüncelerimizi satılığa çıkarmadığımızı göstermek için, daha yüksek sesle haykırmak zorundayız” diye öğütler.
Şayet bir toplum, Söz, Yetki ve Karar süreçlerine katılamıyor, kendini ifade edebilecek kurumları oluşturmaktan aciz kalıyorsa, bu toplumsal yapıyı özgür ve eşit saymak olanaklı değildir. Dünyanın hiçbir yerinde bir büyük Toplumsal Uzlaşı ile kendi anayasasını oluşturamamış toplumlar asla özgür olamamışlardır, olamazlar da… olsa olsa ulaştıkları; sorunlarına tutsak edilmiş, sorunlarını çözme olanağı elinden alınmış bir kabile toplumu olur.
Özgür bireyin olduğu yerde esas olan duygulardır. Onların duygularına güvenin ve dayanışın…