İMAN VE KAN: ÇANAKKALE

Yarın Çanakkale Deniz Savaşı’nın 18 Mart 1915’te Osmanlı zaferiyle sona erişinin 106. yıldönümü. Çanakkale merkezden feribotla Gelibolu yarımadasına giderken bir siluet gibi dağa kazınmış “Dur Yolcu” yazısını görebilirsiniz. O yazı Çanakkale’den geçenlere bir uyarıdır. Çünkü bugün bütün dünya bilmektedir ki Türk milletinin Çanakkale’si geçilemez! Ancak 1915’in başında genel kanaat böyle değildi. Dünyada tam aksi bir anlayış vardı. 

I. Dünya Savaşı bütün hızıyla sürerken İtilaf Devletleri Çanakkale’nin çok kolayca ve zorlanmadan geçileceğini hesaplamıştı. Önce deniz harekâtı ile başlayan ve sonra kara harekâtıyla devam eden Çanakkale Savaşları İngiltere’nin öncülüğünde Fransa’nın ve çok sınırlı olarak da Rusya’nın ve Avustralya’dan getirilen Anzakların katılımıyla gerçekleşmiştir.

Cephenin açılma önerisi Rusya’dan gelmiş ve planlamayı da dönemin denizcilik bakanı Winston Churchill yapmıştır. 

Çanakkale Boğazı’nı ele geçirme planlarını yapan Churchill’e göre boğazın geçilmesi İstanbul’un İngiliz hâkimiyetine geçmesi demekti. 

Bu durumda Osmanlı Devleti toprakları ve ordusu ikiye bölünmüş olacağından mecburen barış yapmak zorunda kalacaktı. Çarlık Rusya ile müttefikleri arasında bağlantı kurulacak ve bu sırada rejime başkaldırmış Bolşeviklere karşı ekonomik ve askeri yardım sağlanacaktı. Kısaca İngilizler için Osmanlı’yı saf dışı bırakmanın, Rusya’ya destek vermenin ve I. Dünya Savaşı’nı kısa şekilde bitirmenin yolu Çanakkale Boğazı’ndan geçmekteydi.

Mart 1915’te Çanakkale’ye deniz saldırısının başlanması planlanmıştır. Ama İtilaf Devletlerinin saldırısından kısa bir süre önce 7-8 Mart gecesi Nusret mayın gemisinin gizlice Çanakkale Boğazı’nın en geniş yeri olan ve İtilaf Devletleri gemilerinin manevra yaptığı Erenköy koyuna paralel şekilde döşediği 26 mayın savaşın kaderini değiştirmekte büyük rol oynamıştır. 18 Mart sabahı önde İngiliz zırhlıları, ikinci sırada Fransız zırhlıları olmak üzere 16 gemiden müteşekkil İtilaf Devletleri donanması saldırıya geçmiştir. 

İngilizlerin en büyük savaş gemilerinden Queen Elizabeth ve Ocean zırhlıları Kilitbahir önlerine gelmiş, kıyıyı top ateşine tutmuştur. Karadan da Türk mevzileri karşılık vermeye başlamıştır. Kıyıdaki mevzilerden biri de Rumeli Mecidiye Bataryasıdır. Bataryanın sağına soluna mermiler peş peşe düşmeye başlamıştır. Düşman gemilerinden atılan bir mermi cephaneliğe isabet etmiş ve havaya uçurmuştur. Bataryadaki askerin çoğu şehit olurken erlerden Seyit arkadaşı Niğdeli Ali’nin yardımıyla 215 kilo top mermisini sırtlanmış ve mermiyi topa yerleştirmiştir. 

Tek atışı İngiliz gemisi Ocean’a isabet sağlamıştır. Atılan mermi gemiye büyük hasar vermiş ve Nusret mayın gemisinin yerleştirdiği mayınlara da çarparak batmıştır. Er Seyit bu kahramanlığından dolayı sonradan onbaşılığı terfi ettirilmiştir. Bunun gibi daha birçok kahramanlık örneklerinin sergilendiği Çanakkale’de İtilaf Devletlerinin yüzen kaleleri Türk bataryalarını susturamadığı gibi Nusret mayın gemisinin döşediği mayınlara çarparak da kayıplar vermiştir. Hatta İngilizlerin gözbebeği Queen Elisabeth bile yara almıştır. 

İşte bu noktada Çanakkale Zaferi’nin kazanılmasında Trabzonlu Ali Şükrü Bey’in de dolaylı yönden katkısı ortaya çıkmaktadır. Nitekim savaşta büyük etkisi görülen deniz mayınlarının Berlin’den temini Donanma Cemiyeti aracılığıyla cemiyetin yöneticilerinden Ali Şükrü Bey ve Avni Bey tarafından gerçekleştirilmiştir. Tehlikeleri göze alarak Romanya sınırından kaçırılan ve Bahriye Nezareti’ne teslim edilen bu mayınlarla Çanakkale Boğazı’na mayın tarlaları döşenerek düşman gemilerine zayiat verilmiştir. 

Sonuçta İtilaf Donanması boğazı aşamayarak ve büyük kayıplar vererek geriye dönmüştür. Bunda sonraki planları nisan ayında boğazı karadan geçmek olmuştur. Ancak Çanakkale kara savaşlarında da İtilaf Devletleri’nin karşısına bu kez Mustafa Kemal Paşa ve diğer kahraman komutanların yönetimindeki Türk ordusu çıkacak Çanakkale’yi İtilaf Devletleri’ne kapatacak ve bütün dünyaya “Çanakkale Geçilmez!” dedirteceklerdir.

Çanakkale Zaferi dünyaya Türk'ün tükendiği sanılan gücünün henüz tükenmediğini, artık tarihi misyonunu tamamladığını sandıkları Osmanlı’nın şartlar ne kadar zor olursa olsun, daha çok şeyler başarabilecek güç ve inanca sahip bulunduğunu göstermiştir. Siyasî güçleriyle, teknolojileriyle ve silâhlarıyla Türk milletini tarihten silmeye çalışanların asla yok edemeyeceği iki şeyin varlığını dünya bir kez daha öğrenmiştir: Damardaki kan, göğüsteki iman!

İşte bu kan Çanakkale’nin kızıl ufkunda, bu iman Çanakkale’nin karış karış toprağındadır.