Mevsimlerin anası, canlılığın canı ve yaşamın öz suyu, ilkbahar…

Deli dolu bir mevsimdir ilkbahar. Işık ve sıcaklık çıldırtır doğayı; bütün canlılar, bağından çözülmüş bir tay gibi öykülerinin peşinde dörtnaladırlar. Artık geceler eskisi kadar uzun ve soğuk değildir, gündüzlerse her gün yeni bir değişime gebedir.

Hadi şimdi bir ilkbahar düşü kuralım…

***

Martın ilk günleri bahar göründü belli belirsiz. Işık ve sıcaklık bir diriliş iksiri gibi doğayı doğuma yönlendiriyor adeta.

Önce mart çiçekleri (çuha çiçeği) çıkış yapar, fındık bahçelerinin henüz su yürümemiş dallarını selamlayarak.

Havada hala kışın buzdan nefesinin izleri var aslında, buna rağmen bütün canlılar “Yeniden dirilişin” pususunda.

Ve 21 Mart; ışık, sıcaklık ve kuş cıvıltılarıyla coşkulu bir dünyaya doğru yelken açar bütün canlılar.

Tarlalar, çayırlar ve ormanlar bilirler ki canlanma vaktidir ve onlar canlandıkça yaşam döngüsü yeni bir heyecanla yol alacaktır.

Kabaran, coşan ve yatağına sığmayan dereler, nehirlere baharın müjdesini akıtır, nehirlerse denizlere.

Artık yeniden doğuş vaktidir. Öykünün enerjisi güneş, ev sahibi toprak, yaşayanları ise canlılardır.

Ve doğa, el birliği ile yapılan yeni yuvalara ev sahipliği yapacaktır.

***

Leylekler ve sığırcıklar çoktan yola çıktılar öykülerinin peşine uçuyorlar. Martın kapıdan baktırmasına aldırmadan bütün canlılar kıpır kıpır.

Ağaçkakan davulunu çalmaya başlamış bile, ötelerden çıkış yapan Kızıl Gerdanın nağmesi bir başka uyanışın türküsünü okumakta.

Köyleri tatlı bir yeşille selamlıyor erkenci fındık kafulları (ağaçları) ve hafif bir rüzgar çiçek tozlarını tura çıkartıyor yeni dirilişlerin öyküsüne.

Rüzgar çiçekleri ve çiğdemler rengarenk halı olmuşlar; üzerlerindeki hareketliliğe renk ve reyha katma yarışındalar.

Artık güneş hemen her gün gösteriyor büyülü yüzünü ve o büyü coşturuyor renkleri ve kokuları.

Güneşe doğru akın, yaşama katılmak için yarış var.

Ve hayatın atar damarı “arılar” döngünün başkahramanları.  Çiçeğe olan aşklarıyla vızıldayan yürekleri can veriyor doğaya. Dünya bir kovan, bu kovana aşkla kanat çırpan, arılar.

***

Nehirler, çaylar hala çok soğuk aslında buna rağmen dere kuşları ve alabalıklar çok heyecanlı. Yuvalarının ve aşklarının peşindeler.

Akarsular; yağmur ve güneşle birlikte ormana can verme derdindeler, ormansa diğer canlılara. Öyküye bakar mısınız? Her biri bir diğerinin yaşam kaynağı.

Deve kuşları nehir lavraları için harekete geçmiş bile. Sincaplar, yeşerme yarışına girmiş ağaçlara tanıklık yapıyor bütün sevimlilikleriyle. Kayın filizleri ise güneşe doğru çıkıştalar.

Orman artık yeniden doğmuş gerçek bir dünyadır. Ayırım yapmadan yaşam alanları sunar bütün canlılara. Orman herkesin dünyasıdır ve baharla birlikte herkese yuva, aş ve aşk vadeder.

***

Kızıl Gerdanın şarkıları eşliğinde kuşlar sese dayalı bir üstünlük alanı yaratma peşindeler. Yavrularını sadece gece karanlığında emziren tavşanların gizemi, ormanların bağrında saklı. Öbür tarafta kurbağalar yaşam döngüsü için sığ suların peşindeler. Ördeklerse kavgasız ve gürültüsüz bir ilkbaharın düşünde. Sümbüller, çiğdemler nergisler ve laleler elbirliği ile doyumsuz bir gösteri sunumundalar.

Bahar candır doğaysa vatan. Baharda bebeğin masumiyeti kadar körpedir doğa. Aldığı ışık ve ısıyı olanca sevecenliğiyle sunar bütün canlılara; ölümden sonraki hayatın varlığına işaret edercesine.

***

Masal gibi değil mi? Böyle bir ilkbahara hangimiz tanık olmak istemeyiz?

Betonların ilkbaharı ne renk, ne koku, ne de heyecan veriyor. Betona gömdüğümüz doğa, yeniden diriliş öyküsünü insana rağmen sürdürmeye çalışıyor. Korkarım ki bir süre sonra “Kutup ayısı” bahara uyandığında buzuldan dünyasının yok olduğunu görecek ve o gün dünya…

Direnen bir dünya…
Sahibi Allah, düşmanı insan…
Bahar yağıyor güneşten
Yeşertecek toprağı yok.
Cemre doğuyor rahminden
Buluşacak kaynağı yok.