Diplomasi doğal bir yetenekten öte öğrenilmesi gereken ince bir zanaattır ve hiç kuşkusuz karşılıklı saygınlık ve nezaketle doğrudan ilişkilidir…diplomatik haklar ve yaptırımlar prensip olarak ardından gelir. Uygulayıcı her zaman ev sahibi ülkelerdir ve güvenlik gerekçesiyle bu hakları askıya alabilirler. Sınır güvenliği, seyahat güvencesi de dolayısıyla ev sahibi ülkenin tasarrufundadır.
Eldeki kırmızı pasaportlar genel uygulama olarak sınırdan geçişi ve ev sahibi ülkedeki serbest seyahati güvence altına alır, ancak misafirlerin kamusal alanda “güvenliği tehdit etme” olasılığı ev sahibi ülkenin bu hakları askıya alması ile sonuçlanabilir!.. Yani kırmızı pasaport kayıtsız-koşulsuz her türlü giriş, geçiş ve çıkış hakkı vermez, bu haklar ilgili ülke izin verdiği sürece geçerlidir.
Temsilciliklerin konuk “ülke toprakları” olarak tanımlanmış olduğu doğru bir tespit olsa da, oraya ulaşan tüm yollar ev sahibi ülkenin tasarrufu altındadır. Ve biz; genellikle de izin verilmiş olduğu içindir ki geçişin olağan gerçekleştiğini varsayarız. Oysa bu geçişin nasıl olup olmayacağı Diplomatlar tarafından çok iyi bilinmektedir ya da bilinmek zorundadır. Başarılı ve etkin bir diplomasinin “diz çöktürmek”, “tükürdüğünü yalatmak”, “bir koyup on almak” gibi iç siyaset argümanı söylemlerle değil diyalog kanallarının sürekli açık tutulmasıyla olanaklı olduğu bir diplomasi gerçeğidir.
Bir Dışişleri Bakanın hem kendi vatandaşlarının hem de ev sahibi ülkedeki soydaşlarının yaşam kalitesi adına diplomatik diyalogu sürdürme cabası içinde bulunması en doğal hakkı olsa dahi, tüm bu gerçekliklerin siyasi kaygılar ve çıkarsamalar adına ötelenmesi doğmamış nesilleri olumsuz etkileyebilecek durumları, davranış kalıplarını ve zorbalıkları tetikleyecek koşulları oluşturabilir. Ayrıca siyaseten kaybedeni olamayan bu “kazan-kazan” tartışmalarının yaşandığı kriz ortamının!.. Hollanda da; aşırı sağcı, ırkçı ve yabancı düşmanı bir partinin de iddialı olduğu bir secimin arifesinde gerçekleştiğini görmemek de mümkün değildir.
Cumhuriyetin kurulduğundan günümüze değin bu konuda sorun yaşanmaması, sayın Cumhurbaşkanının “monşerler” diye tariflediği dışişleri görevlilerinin diplomatik becerileriyle aşılmıştır. Bu biçimiyle değerlendirildiğinde bile, bugün uluslararası arenada yaşanan krize neden olan siyasi aktörlerin ve bakanlık personelinin en belirgin diplomasi kuralının ayırdında olmadıkları gerçeği ziyadesiyle düşündürücüdür. Nitekim bu öngörüsüzlükler sonucunda; Almanya’nın Türk Bakanlara getirdiği yasağın ardından Hollanda, Rotterdam’da Türk vatandaşlarıyla bir araya gelerek konuşma yapmayı planlayan Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun uçuş iznini iptal edip, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’nın Türk konsolosluğuna girişine izin vermemiştir.
Zira sayın bakanlar Hollanda’ya Türkiye’yi temsilen diplomatik bir görüşme yapmak üzere gitmemektedir. Kendilerini karşılayan, görüşecekleri hiçbir Hollandalı yetkili bulunmamaktadır. Kendileri bir devlet meselesi için değil, mensubu oldukları partileri adına seçim konuşması yapmaya gitmektedirler.
Oysa… 2008 yılında bizzat AKP hükümetinin yaptığı Seçim Kanunu Değişikliğiyle çıkan 298 sayılı yasanın 94/A maddesi; Yurtdışında seçim propagandası yapmayı yasaklıyor.
Devletin uçağı ile yapılan bu seyahatin, Anayasamızın amir hükmüne göre yasaklanmış olmasına rağmen Yurtdışı Temsilciliklerinde yapılmak istenmesi Hollanda’nın değil de Türkiye’nin meselesi olsa dahi, bu seyahat içeriği ile hayli çelişkiyi içinde barındırmaktadır. Eksik bilgilendirme ile yanıldıklarını düşündüğüm Bakanların karşılaştıkları tutum kuşkusuz ki toplumumuzu derinden incitip rencide ettiği gibi, Hollanda’da geçimi ve ekmeği için çalışan yurttaşlarımızı da tedirgin etmektedir.
Özellikle bu yol kazasının ardından! Yeni bir mağduriyet alanı yaratıp, “İslamofobi” çığırtkanlığı yapmak beyhude bir çabadan başka bir şey değildir. Zira toplantı yasağını koyan Rotterdam mahalli yönetimidir ve Belediye başkanı Fas kökenli Ahmet Abouteleb çok sevilen Müslüman bir politikacıdır. Ahmet Aboutelep; kendisine toplantının içeriği ve katılımcı sayısı konusunda sürekli yanlış bilgi verilmesinden dolayı Dışişleri Bakanına sonuçta “burada seçim kampanyası yapmanızı uygun bulmuyoruz” demiştir.
Diplomatik dilde nazikçe “gelmeyin” mealindeki bu yaklaşıma karşılık. İstenmediğimiz bir yere gitmek için diretip “çatlasanız da, patlasanız da geleceğim” demek, elinizdeki kırmızı pasaportun ancak diplomatik kurallar gereğince işlerliği olduğu gerçeğini unuttuğunuz anlamına gelir ki, aynı şekilde ülkemizde seçim kampanyası yürütmek için direten kırmızı pasaportlu yabancı bir siyasetçi için acaba biz nasıl bir davranış gerçekleştirebilirdik diye empati yapmak gerekir diye düşünüyorum.