Doğulu bir bakan, Batılı bir bakana, “siz % 10’luk bir enflasyonla, halkınızın arasına girip dolaşamıyorsunuz; ama ben % 80’lik bir enflasyonla halkımın arasına girip dolaşabiliyorum” itirafında bulunabiliyor. Cumhurbaşkanı da “bizim %80’lik enflasyonumuz, sizin % 8’lik enflasyonunuzdan daha iyidir” diyor ve çocuklar gibi kandırılıyoruz.

Burada halklara bir övgü mü, yoksa yergi mi olduğunu kestiremedim. Doğulu toplumlar kendilerine “kötülük” eden yöneticilere daha hoşgörülü, Batılı toplumlar “haklarını yiyen” yöneticilere daha hoşgörüsüz müdürler? “% 10’luk enflasyonu çok bulup kabullenmeyen ve bakanına isyan eden bir halk mı”, yoksa “% 80’lik enflasyonu önemsemeyip ‘kader' diye sineye çeken, itaat eden bir halk mı” anlatılıyor? Yoksa “haklarını bilen ve isteyen bir halk mı”, yoksa “haklarını bilmeyen ve istemeyen bir halk mı” kastediliyor. Ben bu sözlerde kocaman bir saygısızlık, sorumsuzluk ve pişkinlik olduğunu anlıyorum. “% 80’e ses çıkarmayan, % 180’e de çıksa enflasyon yine seslerini çıkarmazlar” aymazlığını, halkı anlamayışlarını ve halkın açlığına ve yoksulluğuna karşı “kör ve sağır” oluşlarını görüyorum.

Yabancı bakan, % 10’luk enflasyonla halkının arasına girip dolaşamıyorsa, bu, halkına karşı duyduğu sorumluluklarından, üstlendiği ve yerine getiremediği yükümlülüklerindendir; %0 olması gereken enflasyonun % 10’a çıkmasındandır; sözünü tutamamasından, utanmasından, çekinmesinden, haya etmesindendir. O Batılı bakanın kendini, halkına karşı mesul hissetmesindendir. Yarın sokakta, basında, parlamentoda sorulduğunda, “namusu ve şerefi üzerine” ettiği yemine karşı “nasıl hesap vereceği, kimseyi aldatıp kandıramaması, yalan konuşamaması, doğru, dürüst, namuslu ve ahlaklı olması” gerektiği inancının çiğnendiği korkusundandır. Hesabın, öteki dünyada değil bu dünyada verileceği “endişe ve kaygısındandır.” Doğulu bakan, “resmi rakamlarla % 80 (% 155) enflasyona ve % 145 (% 300) hayat pahalılığına” rağmen, halkının arasına girip vatandaşına, esnafına “nasılsınız” diye sorabiliyorsa, bu durumu “pişkinlikten” başka hangi sözcükle açıklayabiliriz? Tamam, “atanmış” bir bakansınız, ama halkınıza karşı hiç mi sorumluluğunuz yok, ya da şöyle diyeyim, “halkınıza karşı hiç mi sorumluluk taşımıyorsunuz?”

Onların halka karşı sorumlulukları yok, çünkü sorumlu oldukları tek bir makam, tek bir kişi var! Bakanlar sahip oldukları gücü halktan değil, atayan Cumhurbaşkanından almaktadırlar. O yüzden halka değil, Cumhurbaşkanına sorumludurlar. Dolayısıyla görevlerini yapıp yapmadıklarının hesabını halka değil, Cumhurbaşkanı’na verirler; o da sorulursa tabii. Anlayacağınız bakan, “sorumsuz bir yetkilidir.” Neden böyle diyorum: Devlete fahiş fiyatla dezenfektan satan bakandan Cumhurbaşkanı hesap sormadığı gibi, “affını(?)” isteyerek görevden ayrıldığında da “yaptığı üstün hizmetlerden ötürü” teşekkür etmişti.

Bu devletten, atanmış bir Tarım Orman ve Hayvancılık Bakanı geldi geçti. / Tarımı öldürdü; orman yangınlarına müdahil olamadı; hayvancılıkta, et ve süt ürünlerinde Türkiye’yi dışa bağımlı duruma getirdi. Üretimi artırıcı hiçbir önlem alamadığı gibi bakanlık olarak yatırıma da gitmedi. 2002’de, Türkiye’nin nüfusu 65 milyon iken 19,5 milyon ton buğday üretiliyordu; bugün göçmen ve sığınmacılarla 100 milyona dayanan nüfusa rağmen “19 milyon ton buğday” üretilebiliyor. Dün Osmanlı Odesa’dan buğdayını alırdı. Torunları da Rusya ve Ukrayna olmasa Türkiye’yi aç bırakacaklar. Tarımdan, ormandan ve hayvandan sorumlu bakan “beceriksizlik ve başarısızlıkların gölgesinden” “affını” isteyerek çekip gitti. İcraatının hesabını, bu millete vermedi; millet adına “hesap soran olmadı.” Savaş içerisinde Ukrayna limanlarından çıkan buğday ve çiçek yağı gemilerinin rotasını yönettikleri için övünüyorlar. Barış içerisindeki Türkiye neden dünyanın gıda-buğday ambarı olamadı? İnsan olan arından çatlar ölür.

Doğulu kafa taşıyan Doğulu Bakan ne diyor: “% 80’lik enflasyona rağmen ben halkın içine girip rahatlıkla dolaşabiliyorum.” Bu devirde söylenmiş sözleri, atasözlerini, kimi benzetmeleri, yazılmış yazıları “yinelemek”, bin yıl önceki Ömer Hayyam’dan alıntı yapmak “suç sayıldığı için”, Türkçedeki “deyimleri kullanmak” da bilmem suç sayılır mı? Hacivat-Karagöz, gösterisi bittiğinde “yıktın perdeyi eyledin viran” der, arkasından da “her ne kadar sürçü lisan ettikse affola” yı ekler, özür dilerlerdi. Bugün saygısızlık diz boyu, sorumsuzluk hak getire olunca “özür dilemek” kimsenin aklına gelmiyor. Doğru söyleri “dokuz köyden kovuyorlar. hapse atıyorlar.” Bakan için sadece, Hacivat ve Karagöz’den cesaret alarak “% 80”lik resmi enflasyonla halkın karşısına çıkarak “nasılsınız” sorusunu sormayı, “ar ve haya perdesinin yırtılması” olarak tanımlamakla yetiniyorum.

Halka rağmen halkı hafife alanlara İstanbul seçimlerindeki 13 bin fark yetmemişti. İtiraz ettiler, seçimin yenilenmesini istediler. Halk, ikinci kez sandığa gidince “al sana 860 bin fark” dedi, yanıtını verdi. Şimdi de % 8’in % 80’den daha büyük olduğunu söyleyerek milleti hepten anlamaz yerine koyuyorlar.

Sorumsuz konuşan ve hareket edenlere, gerçek enflasyonu söylemeyip “% 80 ile idare edin” diyenlere, gerçek pahalılığı “elektirikten, doğalgazdan, akaryakıttan, ulaşımdan ve gıdadan” öğrenen halkın yanıtını çok merak ediyorum. Bekleyelim: “Görelim Mevla’m neyler, neylerse güzel eyler.” Pahalılığı öngören Mevla’m, iktidarın yerine ucuzluk yellerini üfler mi?

Yeteneksiz, beceriksiz, başarısız, liyakatsiz olanlar çoğunlukla alıngan ve kırılgan oluyorlar. “Havada bulut var” diyene, “vay efendim, sen bana ördek dedin” feryadı figanı ile saldırıyorlar. “Neymiş yağmur yağacak, çukurlar su dolacak, gölcüklerde ördekler yüzecekmiş”! Sevgi ve esenlik dileklerimle...