Karadeniz denilince akla ilk gelen özelliklerin en önemlilerinden biri yaylalardır. Gençlik ve olgunluk yıllarımızın en güzel günlerini yaşadığımız, başı pare pare dumanlı dağlarımızın sembolü yaylalarımız. Annelerimizin bin bir çile ile kış boyunca köy evinin daracık mekânlarında beslediği hayvanlarının özgürlüğüne kavuştuğu yaylalarımız. Kışın temel gıda maddelerimiz olan; yağ, peynir ve kurutulmuş yoğurt ile imkân olduğunda kavurmalarımızın hazırlandığı yaylalarımız.

İlkbaharın kemale ermesi ile köylerde hummalı bir hazırlık başlar. Yaylalara Göç hazırlığıdır bu. Hayvanlar süslenir, yaylaya çıkıldığında ilk haftalarda tüketilecek gıda maddeleri hazırlanır. Yayla yolculuğunda konaklanacak mekânlarda asgari barınma malzemeleri istiflenir ve göç günü beklenir. O gün geldiğinde erken saatlerde evlerde bir telaştır alıp başını gider. Evin direği annelerimiz gece yarısından biraz sonra uyanarak kalkar ve hazırlıkları gözden geçirmiş, hayvanlarının günlük bakımlarını yapmış, sabah kahvaltısını da hazırlamış olarak heyecandan uyuyakalmış hane halkını yavaşça uyandırır. Uyku mahmurluğu ile göç heyecanı arasına sıkışmış bizim neslimiz o günleri hafızalarında hala en kıymetli hatıra olarak saklamaktadır.

Bizim yayla mesafemiz köyümüzden iki günlük mesafedeydi. Sabahın erken saatlerinde başladığımız yolculuk, hayvanlarımızın dayanıklılıklarına göre hiç durmadan öğlen saatlerine kadar devam ederdi. Bu saatlerde ulaştığımız ilk menzilde biraz soluklanır ve dinlenirdik. Akşam konaklayacağımız yere daha epey yolumuz olduğundan, fazla da oyalanmadan yeniden yola koyulur ve ilk akşam konaklayacağımız yere doğru hareket ederdik. Birkaç hane halkının hayvanlarından oluşan göç katarımız akşam yorgun-argın ilk gece konaklayacağımız yere ulaşınca çok sevinirdik. Kalacağımız yer öyle donanımlı ve muhafazalı bir yer değildi. Hıdırellez mağaraları dediğimiz bölgede, hayvanlar bir tarafta bizler de diğer tarafta konaklardık. Ortada büyük bir ateş yakılır, hayvanlar sağılır, sütler kaynatılır, yorgunluğun ardından gece sohbetleri başlardı. Gürül gürül akan kara derenin su sesi ile sohbetlerimiz uykuyla sonlanır ve herkes oturduğu kayanın üzerinde uyuyakalırdı.

Yayla için yola çıkan diğer gruplarla aramızda yaylaya önce varma konusunda tatlı birer rekabet olurdu. Bu rekabeti genellikle göç katarlarında bulunan mandaların performansı tayin ederdi. Bu aksi ve ağır hayvanlar eğer yürümemekte ısrar ederlerse yapılacak bir şey kalmaz, grup onun keyfine göre hareket etmek mecburiyetinde kalırdı. Bunu fırsat bilen diğer guruplar hiç dinlenmeden yoluna devam eder ve yaylaya ilk çıkan göç katarı olurlardı. İlk günlerde yaylalarda ekonomik bir faaliyet olmadığından, genellikle köyden gelirken getirilen gıda maddeleri ile hayat devam ettirilirdi. İlk günün devamında gelen diğer göç katarları ile yaylalarda beklenilen hareketlilik olur ve kışın sessizliğinin ve ısszlığının yerini çocuk sesleri ve insan bağırmaları alırdı.

İlk şenlenmenin ardından yaylalarımız her gün gelen yeni misafirleri ile dolup taşardı. Bir yaz mevsimi boyunca birçok sosyal etkinliğe ev sahipliği yapan yaylalarımız ayni zamanda kadim kültürümüzün beslenme alanlarıdır. Belli merkezlerde yapılan yayla şenlikleri, evlerden toplanan kaymaklarla yapılan “dönme kuymakların” hazırlanıp dağıtılması, yayla dönüşü yapılan çok kaliteli lokum ve yağlı ekmek dediğimiz yayla ekmeklerinin komşulara ikramı unutulmaz geleneklerimizdendi. Bugün; birçoğunu artık kaybettiğimiz bu güzel gelenek ve yaşantılarımızın hayali ile yaşıyoruz. Seçimlerle çok gerilen insanlarımızın stres atmak için yaylalara çıkma zamanıdır. O zaman hazırlanalım ve hep birlikte; nerde o günler demeden, “Hayden yaylalara” diyelim.