Türkiye’nin yalnız dış güvenliğini değil aynı zamanda iç güvenliğini de tehdit eden Suriye sınırındaki gelişmeler karşısında iktidar gerekli önlemleri alacağını kararlı şekilde dünyaya bildirdi. Terör grupları vasıtasıyla Türkiye’nin güneyinde sunî bir Kürt devleti oluşturulmasına izin verilmeyeceği konusunda ABD ve Rus yetkililerle uzun görüşmeler yapıldı. Neticede ABD’nin tepkilerine ve tehditlerine rağmen Türkiye, Fırat’ın doğusundaki bölgeyi YPG/PKK/PYD unsurlarından arındıracak bir askerî harekâta başlamak üzere. Sınır ötesi operasyon konusunda AK Parti’ye HDP dışında meclisteki bütün partiler destek vererek Türkiye’nin güvenliği meselesinde hemfikir olduklarını gösterdiler.
Ancak daha sınır bölgesine askerî sevkiyat sürerken belli kesimler “Savaşa Hayır!” sloganlarıyla ortaya çıktı. Savaş aleyhtarı zihniyet böyle kritik zamanlarda sık sık arz-ı endam etmekte ve sözde barış adı altında Türkiye'nin elini kolunu bağlamak için kamuoyu oluşturmaya çalışmaktadır. Türkiye’nin kendi güvenliğini sağlamak için yaptığı her askerî müdahâleyi Türk ordusunun her şahlanışını savaş çığırtkanlığı olarak nitelemektedir. Bununla birlikte yaygaraları topum içerisinde çok küçük bir kitle dışında taraftar bulamamaktadır. Zira Türkler militarist yapıya sahip ordu-millet anlayışının temsilcileridir.
Militarizm ögelerini bünyesinde barındırmak Türkleri diğer milletlerden ayıran en büyük özelliktir. Binlerce yıl öncesi Orta Asya bozkır kültüründen gelen bu anlayışın psiko-sosyolojik yansımalarını bugün dahi açıkça görebilmekteyiz. Bir kere Türk milleti savaşı salt bir kan dökücülük olarak algılamaz. Devletin ve vatanın bekası uğruna savaşmak kutsal bir görev telakki edilir. Bu nedenle toplum nezdinde en büyük makam ve mevkiî savaşta can verip şehit olmaktır.
Çok yakın bir zamanda Afrin Harekâtı sırasında yaşanılanlara hepimiz canlı şahit olduk. Afrin’e teröristlere karşı savaşmaya giden tank üzerindeki bir askere muhabirin “İstikamet neresi?” sorusuna “Kızıl Elma’ya!” demesi toplumu derinden etkiledi. Askerî birliklerin her geçtiği şehirde ve ilçede genç-yaşlı kadın-erkek herkes ellerinde Türk bayraklarıyla yollarda bekledi. Konvoyların önü kesilerek askerler sevgi gösterileriyle karşılandı. Toplumun her kesimi âdeta üzerinden ölü toprağını atmışçasına kendiliğinden bir seferberliğe girdi ve Türk ordusuna küçük de olsa destek verebilmek için elinden gelen gayreti gösterdi. Büyük ilgi askerlerimizin millî ve manevî duygularını daha da coşturdu. Millet ve ordu tam anlamıyla savaş psikolojisi içerisine girdi ve bütünleşti. Bunun neticesinde ise tam da 18 Mart Çanakkale Zaferi’nin yıldönümünde Türk ordusu tarihe kazılan yeni bir zaferle Afrin merkezine Türk bayrağını dikti. İşte bu psiko-sosyolojik vaka binlerce yıllık tarih bilincinin eseridir.
Şimdi yeni bir harekâtın öncesinde aynı bilinç yine harekete geçecektir. Türk milleti için Fırat’ın doğusu veya batısı yoktur; Kızıl Elma vardır. Dolayısıyla “Savaşa Hayır!” gibi tarihî ve sosyolojik altyapıdan uzak anlayış ve toplumu Türk ordusundan soğutmaya yönelik girişimler etkili olamayacaktır.
Türk ordusu Türk milletiyle eşdeğer olarak var olmuş, gücünü birbirinden alan ve ancak birlikte yok edilebilecek bir kayadır. Bu kayayı parçalamayı denemek isteyen varsa kıyamete kadar buyursun! Nihâl Atsız’ın dediği gibi: "Harp Türklüğündür!"