Hanımın Çiftliği!


Değerli okurlar; özellikle bu aralar ülkemizin topyekün içinde bulunduğu adına “Kaos” denilen ortam, herkesi germiş durumda... Ses tonunu yükseltenler; sesini ayarlayamayanlar; hitap şeklini; o muhteşem insan fizyolojisindeki ses tellerini yaralayanlar ve özellikle  tv’lerdeki tartışma programlarında genelde konuşmacılar, bir bakıma karşısındakine “hükmetme” veya “etki altına almama” veya “alamama” dan kaynaklanan bir biçimde yükleniyorlar. Bunu zaman zaman biz de yaparız elbette; çocuğumuza karşı, çalışanımıza karşı... Ve sevdiğimize karşı...


Değerli okurlar; tv’de yayınlanan Sayın Orhan Kemal’in romanından uyarlanan “Hanımın Çiftliği” dizisini bilmem hatırlıyor musunuz? Dizideki ismiyle “Muzaffer” Sayın Mehmet Aslantuğ’un; dizide kardeşini canlandıran Sayın Ebru Özkan’a seslenirken, dizideki ismi ile öyle bir;


 “HALİDE!!! ”


Deyişi vardı ki, yani etkilenmemek elde değildi. O nasıl bir sesleniştir? O nasıl bir duygudur? O nasıl bir etkidir? Elbette Sayın Mehmet Aslantuğ’un bizim anladığımız manada bir sanatçı kimliğinin olması;      “HALİDE!” diye seslenmesindeki gücünün “sanat gücü” olduğunu göstermektedir. Ama mesele o kadarla kalmıyor. Ses tonu; tiyatro dili ile ne denildiğini bilmiyorum ama  “ses kalitesinin” ötesinde; Sayın Mehmet Aslantuğ’un “HALİDE” kelimesi veya seslenişi içinde, bu kelimeye sanat yönü bakımından yüklediği duygu ve düşüncenin de ne kadar önemli olduğunu anlamak çok kolay olmasa gerek... Daha sonraki aşamalarda dizideki ismi ile Güllü’nün ( Özgü Namal ) bir tartışmada Mehmet Aslantuğ’a dizideki ismi ile Muzaffer’e;


“Muzaffer sana yakışıyor mu?...!”


Diye çıkışı üzerine Sayın Aslantuğ’un bir YUTKUNMA SAHNESİ var ki, ya ben bu güne kadar bunlara dikkat etmemiştim, ya da bunlar işte böyle önemli oyuncular olunca  dikkatimi çekmiş...


O “YUTKUNMA SAHNESİ”  ise; “SESSİZ” ama bir o kadar da etkileyici ve karşısındakine “çok şey” anlatan bir duygu yumağının,  insan boğazındaki düğümüydü sanki!


Yine dizinin ilerleyen bölümlerinde MUZAFFER ( Mehmet Aslantuğ ) ölür ve Serap/Güllü (Özgü Namal), Muzaffer beyin Avukatından mirasıyla ilgili olarak ve ölümünden sonra kendisine verilmek üzere bir mektup alır. Mektupta Muzaffer, “o etkileyici sesiyle” şöyle demektedir:


“Sevgili karıcığım bunu okuduğuna göre; artık aramızda aşılmaz engeller var. Bu sona mani olamadığım için beni affet!..”


“Aramızda aşılmaz engeller var” Ne güzel söylemiş söyleyen ve de yazan ne güzel yazmış!..


Gittiniz bir yerlere değil mi?...Şu anda!.. “engel”i düşündünüz, geçmişteki... “Aaşılırmıydı acaba?” diye devam ettiniz,


“O”nunla!..Ama “O” şimdi yok...


Bizler; “Aramıza aşılmaz engeller” koymamalıyız. Son yıllarda toplumumuzun önüne atılan “ENGELLER” her ne kadar bizi endişeye sevk etmiyor gibi görünse de; varlığımızın yegane sebebi olan MİLLET VE VATAN SEVGİSİ söz konusu olunca, sesimizin ister istemez bazı platformlarda “yüksek tonda” çıkmasına engel olamıyoruz, demek ki... Değerli okurlar; sosyoloji, toplum ve insanın etkileşimi üzerinde çalışan bir bilim dalı olduğuna göre; sosyologların; özellikle insanımızın birbirlerinin yüzüne karşı ister sözle ister eylemle;  “Aramızda aşılmaz engeller var” dememesi için ne gibi çalışmaların yapılacağını bizlere öğretmeleri gerekir diye düşünüyorum.


Şu mücadele dolu hayatınızda;  sevdiklerinizle “Aranıza engel koymayın” dilekleriyle; ilerleyen günlerin sizlere sağlık, mutluluk, başarı getirmesi temennileriyle selamlar ve sevgiler iletiyorum.