Futbol kamuoyumuzun durumu da böyle... Bir türlü oluşan önyargı kırılabilmiş değil. Elbette bu noktaya gelinmesinin sebepleri var. Tam 55 yıl sonra yabancı hakemlerin yeniden maçlarımızı yönetmesini istememizin, güven duygusunun erozyona uğramasından kaynaklı olduğunu söylememiz yanlış olmaz. Tıpkı yıllar önce yabancı hakemlerin maçları yönetmesinin istendiği, güven duygusunun örselendiği zamanlarda olduğu gibi. En son yabancı hakemin yönettiği müsabakanın üzerinden 55 yıl geçmesine rağmen aynı duygu ve düşünceyle yabancı hakem isteniyorsa bu durum bir şeyleri yanlış yaptığımızın göstergesidir. Güven ve adalet duygusunun yitirilmesinde çeşitli parametrelerin yanında, hakemlerin doğru ve yanlışlarında standart sorununun varlığının olduğu kaçınılmaz bir gerçektir. Lâkin bu durumun gerçekleşmesinin en masum tarafı yerden yere vurulan, önyargıyla yaklaşılan hakemlerdir. Bakmak ile görmek arasında fark var. Baktığınız objeyi görmek için her türlü ayrıntısını fark etmelisiniz ki baktığınız her neyse onu görmüş olabilesiniz. Tabii sadece görmeniz yetmez, gördüğünüzü doğru anlamlandırmanız da gerekiyor.
Son yıllarda hayatımıza giren, çokça da şikâyet edilen VAR sisteminde ve sahada görev yapan hakemlerin yaptıkları hatalar, bazılarının baktıklarını görememek gibi sorunları var dedirtiyor insanlara. Bazen insan bakar ama göremez veya gördüğünü doğru anlamlandıramaz. Mevcut sistem de bu tip hakemlerin çıkmasını da sağlıyor. Bu sebeptendir ki yakınma konusu olan hatalar ortaya çıkıyor. Bilhassa VAR hakemlerinin hatalarını mâkul seviyeye çekebilmek için sinema veya dizi sektöründeki ünlü yönetmenlerden nerelere odaklanacakları konusunda mutlaka eğitim almaları sağlanmalı.
Bizim kulüplerimizi yöneten yöneticilerimiz neden hakem hatalarında kasıt arıyorlar? Bugüne kadar hiçbir hakemin akçeli işler karşılığında çıkar amaçlı maç yönettiğine şahit oldunuz mu? Akçeli işlere bulaşan, hakemliği biten, bu yüzden hapis cezası alan hakem gördünüz mü? Üst liglerde maç yöneten hakemlerin bir çıkarı olmalı ki, bir maçı bir takımdan alıp diğer takıma verecek kasıtlı davranışlar sergilesinler. Bu zihniyette hakem olmadığı, açılan dava sayısının sıfır olmasından anlaşılır. Mevcut sistem hata yapmaya meyilli ama dürüst hakemlerin büyük çoğunlukta olduğu insanlar yetiştiriyor. Malzemesi insan olan yerde her türlü insan olabilir, önemli olan varsa var olan çürük yumurtaları ayıklamaktır. Şunu anlamakta zorlanıyorum: Hakemler, “dört büyük” dediğimiz takımları neden karşılarına alsınlar? Tüm hakemler, büyük takımların maçlarında aleyhte sonuca etki edecek hatalarının hakemliklerini tehlikeye sokacağını bilerek maç yönetirler. İlk yabancı hakem istendiği günlerden bu günlere hakemlerimizin emekleme dönemlerini bitirerek ayağa kaldıramadık: bırakın ayağa kaldırmayı, emekledikleri yollarına cam kırıkları dökerek jiletli teller döşedik. Özellikle derbi maçlarında hakemleri baskı altına almak için her türlü argümanı kullanmaktan çekinmedi kulüplerimiz. Sonra da hakem hatalarından şikâyet etti yöneticilerimiz. Maçtan önce her iki kulüp tarafından baskı altına alınan hakemin, hata yapmaktan çekinerek çıktığı maçta hata yapması kaçınılmaz oluyor.
İddia ediyorum; derbi maçlarından önce hakemlerimize, yabancı hakemlere sağlanan konfor alanı sağlansa ve baskı altına alan demeçler verilmese hakemlerin yaptıkları iddia edilen hatalar yarı yarıya iner. 85 milyon nüfustan sekiz yüz ellisini iyi, 10’unu da elit hakem olarak çıkaramayan sistemi sorgulama ihtiyacı duymayan futbolun paydaşları yüzünden yapısal değişiklikler yapılamıyor. Sistemi değiştirme iradesi olduğu halde bu iradeyi göstermeyenlerin bu durumdan yakınma hakları yok. Kulüpler, bugüne kadar sistemin zaaflarıyla yetişen hakemlerin aleyhlerinde yaptıkları hatalardan çok, lehlerine yaptıkları hatalardan fayda sağladıkları için bu konuda adım atılmıyor diye düşünmeden edemiyor futbol kamuoyu.
Avrupa’nın beş büyük liginde de hakem hataları oluyor. Hem de bizim hakemlerimize rahmet okutacak şekilde maçların sonuçlarına etki eden hatalar yapıyorlar. Ama oralarda kimse öküz altında buzağı arayarak hakeme suçlamalarda bulunup hakemin düdüğünü duvara astırmıyor. Çünkü sisteme güveniyor, hakemlerin hatalarında kasıt aramıyorlar ve yapılanı hata olarak görüyorlar. Derbiyi yöneten hakem, Şampiyonlar Ligi’nde yönettiği maçlarda gösterdiği standardın altında bir performans gösterdi fakat maçta vücut diliyle disiplini sağlayan, müsabakanın her dakikasında futbolcular üzerinde otoritesini hissettiren bir yönetimi vardı. Hatalı kararları da oldu... En önemli hatası, Fenerbahçe’nin etkili olacağı bir pozisyonda avantaj kuralını es geçerek oyunu durdurmasıydı. Aynı hatayı yapan hakem Türk olsaydı o hakem yerden yere vurulur, yapılan insani hata günlerce kasıt unsuruna sokulurdu. Yabancı hakem hata yapınca kimsenin sesi çıkmadı; normali de bu davranış biçimiydi. Yöneticilerin hakemlerimize önyargılarının hiç yumuşamadan devam ettiğinin örneği olması açısından önemli bir davranış oldu bu durum. Saha içine gelince, hocaların basın toplantısında oynattıkları oyunun konuşulmasını istemedikleri için futbolun dışında birbirlerini rencide eden konuşmalar yapmalarının neticesinde kimse oyunu konuşmadı. Her iki takım, kadro maliyeti ve kalitesiyle bu maça özel ancak bu kadar kötü oynatılırdı. Galiba bunun için özel bir maharet gerekiyordu ve bu da her iki hocada da vardı. Derbi bir buçuk pozisyonla bitti. Biri, kaleci Muslera’nın maçın ikinci yarısında yaptığı kurtarışı, buçuk pozisyonsa İrfan Can’ın tehlikeli sayılabilecek ortaya yaptığı hamleyle pozisyonu savuşturmasıydı. Bu sonuç bana sürpriz oldu mu? Elbette hayır. Okan Hoca haftalar öncesinden başlayarak savunmayı önceleyen oyunu oynatmaya başlamıştı. Derbide de beraberliğe oynaması, aradaki puan farkını koruması açısından normaldi. Normal olmayan, oynattığı oyunun tatsız tuzsuz maç boyunca gerek stada gelen taraftarların gerekse televizyonları başında maçı seyreden futbolseverlerin kan akışını hızlandıracak, nabzını yükseltecek bir pozisyonu bile futbolseverlere izletememiş olmasıydı.
Bu söylediklerim her iki hoca için de geçerli. Beraberliğe oynayabilir hocalar, ama takımlarının ortaya koydukları gösteri seyretmeye değer olmalıydı. Maçta mücadele vardı fakat pozisyon zenginliği açısından kısır, vasata yaklaşmayan futbol, maçın adının büyüklüğüyle tezat oluşturuyordu. Keyifsiz oyun, futbolseverler arasında hayal kırıklığı yaşanmasına sebep oldu. Maçın seremonisinde Fair Play dışı olaya da şahit olduk. Fenerbahçeli oyuncular tarafından rakip Galatasaraylı futbolculara saygısızlık yapıldı. Seremoni, rakibin elini sıkarak bitmesi gerekirken Fenerbahçeli futbolcular rakiplerinin ellerini sıkmadan sahadaki yerlerini aldılar. TFF Fair Play Kurulu bu davranışı göz önüne alarak her bir oyuncuya kırmızı kart almış gibi ceza puanı vermelidir. Müsabakadan önce verilen demeçlerin tamamında rakibe duyulan saygıdan bahsedilirken yapılan, verilen demeçlerle tezat oluşturmuyor mu?
Derbi tarihinde bugünlerde yapılması imkânsız olan bir centilmenlik örneğini vermek istiyorum. Bundan 56 yıl önce, 1966 yılının Ağustos ayının yirmi üçüncü günü oynanan Metin Oktay’ın jübile maçında iki takımın sembol ismi, Metin Oktay ve Can Bartu forma değişikliği yapmakla kalmamış, 10 dakika da rakip takımda oynamışlar. Zamanında ezeli rakip - ebedî dost iki takımın sembol oyuncuları rakiplerinin formalarını giyerken bugün geldiğimiz nokta düşündürücü. Yaşam sevinciniz hiç bitmesin. Sağlıkla kalın...