GÖRMEDİM SENİN GİBİSİNİ

Bazen düşünüyorum acaba Türkiye'de saygı kaldı mı? Saygı duyulacak meslek kaldı mı? Bu kadar ötekileştirmenin, nefretin olduğu bir coğrafyada saygı ile mesleği yan yana getirmek bile çok zor artık. Kıymeti bilinmesi gereken hiçbir şeyin kıymetinin bilinmediği bir noktaya geldik ne yazık ki!
Muhakkak mesleğin bir saygınlığı vardır; ancak ben hakkımı mesleğe değil de insana saygı yönünde kullanmak istiyorum. Doğrudur yanlıştır, bir şey diyemeyeceğim; ancak mesleğe saygı, sonunda kula kulluk yapmaya varıyor. Ben yaşadığım dönemde bunu gözlemledim. Siz ne düşünüyorsunuz bilmiyorum!
Yıllarca kula kulluk etmiş, güçlünün karşısı
nda el pençe divan durmuş, bunun karşılığında menfaatlenmiş, güçlünün adalet anlayışından faydalanmış, insanların ahlaktan söz etmesi vicdandan bahsetmesini dinleyerek geçirdiğimiz bu ömrümüzü bazen hiçe sayıyorum. Ben utanıyorum; ama onda bir damla utanç olmadığına şahit oluyorum.

Hepimiz biliriz; büyüklerimiz "Saygı satın alınmaz, kazanılır!" derlerdi. Şimdiki zamana baktığımda bu düşüncenin nasıl çürütüldüğüne ne yazık ki yaşamımızda şahit olma şanssızlığına şahit oluyoruz. Çok üzücü!

Eskiden bu toplumda bilgiye, eğitimli insana saygı duyulur, cahillikten utanılırdı. Cahil kalmamak için çaba gösterirdi insanlar. Ne zaman ki cahillik yüceltilmeye başlandı, işte o zaman bilgi ve eğitimli insan aşağılanır oldu. Şimdilerde hiçbir mesleğe saygı duyulmadığı gibi bilgili insanın da saygınlığı kalmadı. İzlediğim televizyon programlarında ona şahit oluyorum.

Aslında size anlatmak istediğim konu bu değildi; ancak herhalde içimi şişiren bu konuyu paylaşma ihtiyacı duydum. Gelelim asıl konumuza. Saygınlık nasıl kazanılır?

"Çankaya’da yeni bir ilkokul açıldığını haber alan Atatürk, hemen ziyarete gider. Sınıfa girdiğinde, öğretmen tahta başında ders anlatmaktadır. Atatürk girer girmez derse ara veren öğretmen, sınıfı ayağa kaldırarak karşılar onu. Atatürk çocuklara oturmalarını işaret ettikten sonra, öğretmen tahtaya dönüp dersini anlatmaya devam eder.

Beş on dakika dersi dinledikten sonra Atatürk sınıftan ayrılmak için ayağa kalkınca, öğretmen yine çocukları ayağa kaldırarak Atatürk’ü uğurlar ve dersini kaldığı yerden anlatmayı sürdürür. Öğretmenin Atatürk’ü okul dışına kadar uğurlamaması dikkat çeker ve herkeste bir düş kırıklığı yaratır.

Suratların asıldığını gören Atatürk Gördünüz mü öğretmen cumhurbaşkanına bile önem vermedi!” der. Yanındakilerin hemen başlarını salladığını görünce, konuşmayı şöyle sürdürür:

“İlköğretim vatanın en hayırlı unsurudur. Onlar vatan çocuklarıyla o kadar haşır neşir olmuşlar ki adeta çocuklaşmışlardır. Onlar için en sevgili olan, öğrencileridir. Bu öğretmen eğer dersini bırakıp bizimle ilgilenmeye kalksaydı ve çıkarken beni merdivenlere kadar geçirseydi, öğrencileri nazarında küçülür, belki itibar kaybederdi. Öğrenci için en saygıdeğer insan, öğretmendir.”

Şimdi bu olayı bu zamana uyarlayın ve hayal edin o öğretmeni. Kimse Mustafa Kemal Atatürk’le kendini karşılaştırmasın. Onun gibisi bir daha dünyaya gelmez! Ne mutlu Türk’üm diyene!
 

Kaynak: Süleyman Bulut’un "Büyük Atatürk'ten Küçük Öyküler"

Asaf İlbay, “Atatürk’ün Hususi Hayatı” Tan Gazetesi, 19 Temmuz 1949