GİZLENEN OSMANLI


Hal böyle iken ne oldu da birden bire Türkler bozguncu ve barbar bir millet olarak tanıtılmaya başlandı? Atasını tanımayan, tanımadığı halde hakaretle ve kuvvetle iten, kendinden uzak tutan bu nesil nasıl yetişti? Bu yazıyı okuyanların aslında bu soruya verecekleri ve bildikleri ortak bir doğru tabii ki var... Şimdi gelelim gerçeklere.. Bu gerçekleri söylerken de bir zümrenin hayran olduğu Avrupalılardan örnekler verelim. Çünkü onlar bizim bilmediğimiz ya da bize öğretilmeyen gerçek Osmanlıyı tanıyorlar ve bu yüzden ki Osmanlı ruhunun yeniden dirilip Türkiye Cumhuriyeti üzerinde bir yükseliş meşalesi olmasını engellemeye çalışıyorlar.
Çiro Truhelka, “Müslüman Türklerle vahşet isnat edenler (yakıştıranlar), onları kıskananlar ve çekemeyenlerdir. Bu milletin Balkanlarda ve Avrupa’da vahşet göstermiş olduğu iddiası, iftiraların en iğrencidir. Müslüman Türkler Avrupa’ya mazbut bir din ve gayet mükemmel bir devlet teşkilatlarıyla gelmiş, yerleştikleri ülkeleri medenileştirmişlerdir.” 
Fransız müellif Motray 1700'lerdeki halimizi şöyle anlatıyor:
“Türk dükkanlarında hiçbir zaman tek meteliğim kaybolmamıştır. Ne zaman bir şey unutsam, hiç tanımadığım dükkancılar arkamdan adam koşturmuşlar, hatta birkaç kere Beyoğlu'ndaki ikametgahıma kadar gelmişlerdir.”
Kimsenin malına, mülküne göz dikmezdik. Kimsenin namusuna yan bakmazdık. Hırsızlık nedir bilmez, dilenciliği meslek edinmez, kimseyi de küçümsemezdik.
Dürüsttük bizim için bir erdemdi... Bir zamanlar Londra Ticaret Odası'nın en görünür yerinde su mealde bir tavsiye levhası asılıydı:
“Türklerle alışveriş et, yanılmazsın!”
Dünyada i̇tibarlıydık...
Bir zamanlar Hollanda Ticaret Odası'nın toplantılarında oylar eşit çıkınca Osmanlılarla alışverişi olan tüccarın oyu iki sayılır, onun dediği olurdu.
Çevreye duyarlı ve temizdik...
Yere bile tükürmezdik. Hatta, Osmanlı askeri teşkilatını Avrupa'ya tanıtmasıyla meşhur Comte de Marsigli, yere tükürmedikleri için atalarımızı şöyle eleştiriyor:
“Türkler hiçbir zaman yere tükürmezler. Daima yutkunurlar. Bunun için de saçlarında sakallarında bir hararet olur ve zamanla saçları, kaşları, sakalları dökülür.”
Her canlıya bir misafir, emanet gözüyle bakardık...  Kurak günlerde ücretle adamlar tutup sokaktaki ulu ağacları sulatır, göcmen kusların yorgunluk atması için saçak altlarına kuş sarayları yapardık.
Türkiye Seyahatnamesi'yle meşhur Du Loir'in 1650'-lerdeki hükmü şöyle:
“Hiç süphesiz ki, ahlak bakımından Türk siyasetiyle medeni hayatı bütün cihana örnek olabilecek vaziyettedir.” Şefkatimiz yalnızca insana yönelik değildi; hayvanları, hatta bitkileri bile kapsıyordu.
 Elisee Recus'u dinleyelim, bize 1880'lerdeki halimizi anlatsın:
“Türklerdeki iyilik duygusu hayvanları dahi kucaklamıştır. Bir çok köyde eşekler haftada iki gün izinli sayılır.”
Comte de Marsigli'yi tekrar dinleyelim:
“Yazın İstanbul'dan Sofya'ya giderken dağlardan anayol üzerine inmiş köylülerin yolculara bedava ayran dağıttıklarına şahit oldum.”
Aynı müellif, ceddimizin hayırseverlikte fazla ileri gittikleri kanaatindedir. Şöyle diyor:
“Fakat şunu da itiraf etmeliyim ki, bu dindarane hareketlerinde biraz fazla ileri gitmektedirler. İ̇yiliklerini yalnız insan cinsine hasretmekle kalmayıp hayvanlara ve hatta bitkilere bile tesmil ederler.”
“Türk şefkati hayvanlara bile şamildir” dedikten sonra şu örneği zikrediyor:
“Hayvanları beslemek için vakıflar ve ücretli adamları vardır. Bu adamlar sokak başlarında sahipsiz köpeklere ve kedilere et dağıtırlar. Sokaktaki ağaçların kuraklıktan kurumasını önlemek için bir fakire para verip sulatacak kadar kaçık Müslümanlara bile rastlamak mümkündür.”
‘Kaçık’lığın kaynağını da veriyor adam: “Bir çokları da sırf azat etmek için kuşbazlardan kuş satın alırlar. Bunu yapan bir Türk'e bir gün yaptığı işin neye yaradığını sordum. Küçümseyerek baktı ve şu cevabı verdi: 'Allah'ın rızasını tahsile yarar.”
Zulme karşı dururduk. Toynbee:  “Osmanlı Türklerinin bu kadar küçük bir başlangıçtan, o kadar elverişsiz şartlar altında, bu derece sürekli bir devlet haline erişmesi, dünya tarihinin en fevkalede tezahürlerinden biridir. Osmanlıların Yakın Doğu’da yerlerine geçen Avrupalı veya yerli hiç bir devlet, bu bölgeyi Osmanlılar kadar iyi idare edememiştir. Avrupa devletleri Osmanlılardan aldıkları ülkeleri ancak zulümle yönetebilmişlerdir.”
Kültürlüydük, Edmondo da Amicis : “Paşasından sokak satıcısına kadar istisnasız her Türk’te vakâr, ağırbaşlılık ve asillik ihtişamı vardır. Hepsi derece farkları ile, aynı terbiyeyle yetiştirilmişlerdir. Kahkaha ve kadın sesi duyamazsınız. Fuhuşla ilgili en küçük bir tezahüre şahit olmak imkân dışıdır. Sokaklarda bir yerde birikmek, yolu tıkamak, yüksek sesle konuşmak, çarşıda bir dükkânı lüzumundan fazla işgâl etmek, ayıp sayılır.”
William Martin, “Bütün milletler arasında en namuslu ve dostluk kurmada tereddüt edilmeyecek olan yalnızca Türklerdir” diyor.
Dünyada hiçbir millet yoktur ki atalarından bu denli uzaklaştırılmış bu denli koparılmış olsun. İçerisinde bulunduğumuz bu bilgi çağında hala bu bilgilere ulaşmamak ise gerçek anlamda bir hoyratlıktır.
Unutulmamalıdır ki geçmişi olmayanın geleceği de olamaz.