GİDENLER DÖNENLER!..

Güneşli, pırıl pırıl bir Ağustos sabahı… Saydam gövdesini açan bir günde, güneş taşına bağlanmış hayatın sayfalarından memleketimden insan manzaralarını hüzünle çeviriyorum!

Gökyüzüne bakıyorum… Cumhuriyetin değerlerine hayasızca saldıran ama sırtı sıvazlanan provokatörü meczup ilan edip, eli kanlı katilin meydan okuyuşundan vatanseverlik çıkarımında bulunan anlayışın vurdumduymazlığına şaşıyorum; yalanın, talanın, riyanın ve acımasızlığın her geçen gün daha bir derinleştiğini görüp, canhıraş irkiliyorum…

“Tarih tekerrürden ibarettir” sözüne, aymazlıklar! Devam ettikçe evet deyip itirazımızı sürdürsek de; yaşamın çelişkileri içerisinde acı gerçeğimiz bu bizim… Yüzyıl önce olup bitenlerle, 40 yıl öncesinin yaşanmışlıklarıyla, günümüzde yaşananlar arasında ne de çok benzerlikler var.

19.ncu yüzyılın sonlarında Osmanlı borç batağındadır; şark’dan Garp’a tüm cephelerde bitmez tükenmez savaşlarla halk fakru zaruret içinde çırpınırken, Demiryolları, Limanlar, Tekel başta olmak üzere devletin tüm kaynakları kapitülasyon Kriterleri ve Duyun-i umumiye marifetiyle emperyalizmin hizmetine sunuluyordu ve savaşlardan ve yıkımdan bitap düşmüş halk yine suskundu!..

Aldıklarıyla asla yetinmeyen Emperyal dalga bu kez gözünü Anadolu bozkırlarına dikip işgale başladığında bile halen yılgın ve şaşkındı. Ta ki, “Geldikleri gibi gidecekler” diyen ve dediğini Ulusal Kurtuluş Savaşıyla taçlaştıran büyük önderin çağrısının yurdun dört bir yanında ete kemiğe bürünüp yankılanmasına değin…

İşte bu günlerde ayyuka çıkan, sözüm ona meczupların, tetikçi ve provokatörlerin Mustafa Kemal Atatürk’ün kimliğine ve eserlerine saldırısının ardında yatan gerçeklik budur. Diğer yanda; bağımsızlık benim karakterimdir diyen büyük önderin Türkiye’sinde toplum büyük bir yol ayrımındadır. Hayli zaman var ki nereye nasıl varacağı konusunda ikircikli halinden bir türlü kurtulamıyor!.. olup bitenler, gün ışığına çıkanlar, karartılanlar ve yok hükmünde sayılanlar! Her nedense yurttaşlarımızın gözünü açacağına tam tersi midye misali daha bi içine kapanmasına neden oluyor… Baskılanıp, korkutulmuş insanlar Yüzyıl öncesi psikolojisiyle! Yılana sarılıyor umarsız!

Çözüm, Demokrasinin Kurum ve Kurallarıyla yaşamın tüm alanlarında işlerlik kazanmasıyla olanaklı olacaktır. Kuşkusuz kendine özgü demokratik talepleri olan herkesin, kendine göre biçimlediği demokrasi anlayışı söz konusudur!.. Örneğin , erk sahipleri nezdinde demokrasi araçsallaştırılıp tramvaya benzetilirse, yurttaşlar da beş yılda bir önüne gelen sandığa koşar gibi bu tramvaya atlayıp, demokrasi iklimine yol aldığı yanılsamasına, ardından da süküt-ü hayale ulaşır!

Tam da bu noktada durup düşünmek gerekir;

-Demokrasi nedir?

-Demokratik refleks Kurumsallığını sağlamış mıdır?

-Demokrasi kültürü kitlelere ne denli aktarılmıştır?

-Ve biz toplum olarak gerçek demokrasiye ne kadar hazırız?

Bu sorular sorulmadığı ve yanıtları alınmadığı sürece, her erken uyanan ben demokratım diye ortaya fırlayacak! Ve kimin demokrat, kimin demokrasi düşmanı olduğu asla anlaşılmayacaktır.

Her önüne gelenin görece demokrasiyi referans olarak sunduğu, ama her türden herzeyi demokrasi adına yediği bu coğrafyada, kimin ne olduğuna ilişkin aslında derin çözümlemelere gerekde yoktur. Demokrasinin evrensel ilkeleriyle kıyaslamak, inanıyorum ki turnusol kağıdından daha net sonuç verecektir.