Bu başlık birçok okurun aklında pek de sağlıklı olmayan, karmaşık duygu ve düşüncelerin çatışmasına neden olacak bir çağrışım yapar. Bu çağrışımın dile yansıması; “Aman Allah korusun!, Düşmanımın başına bile vermesin dağlara taşlara...” şeklinde olacaktır. Kurallı ve korku dolu bu cümleler eksik ve yanlış bilgilerin ürünüdür. 
 Engelli deyince aklımıza hep bir kusur ya da özür gelir. Kör, topal, sağır gibi bedensel eksiklikler engelli kavramının zihindeki biçimsiz yansımasıdır.
Işığın kırılma noktasını bulmak bu biçimsiz yansımaların neden kaynaklandığından çok nasıl şekillendiğine götürür bizi. Oysa ışığın kaynağını bulmak karanlık düşüncelerin ve biçimsiz yansımaların neden kaynaklandığına ve hafızamızdaki ön yargıların, olumsuz duygu düşüncelerin, katı tutum ve davranışlarımızın akıl dışı yargılarımızın çıkış noktasına götürür bizi. 
 Nereden başlamalı? Hangi taşı kaldırsak altından topal bir akrep çıkıyor. Hangi köşeyi dönsek nankör bir kedi belirir karşımızda uyduruk bir laf söylesek yâda işitsek sağır baykuşun kanına gireriz. Bazılarımız bu gerçekle yüzleşmektense gurur yapıp yaşadığımız şehre hatta var olduğumuz bu evrene yabancı kalmayı yeğleriz. Ne de olsa topal bir akrep, kaplumbağa kadar yavaş ve bir tavşan kadar sevimli değildir. Akrebin suçu bir arı gibi bal vermeyişindendir.
Oysa akrebin taşın altında ezildiğini unuturuz. Onu bir çiçeğin özüne uçuracak kanatları yoktur. Kedinin nankörlüğü ona verdiğimiz balığı az buluşundandır. Huysuz mırıldanışı keyfimizi kaçırır. Ne zaman bir köşe başına gelsek ara sokağa saparız hemen. Neme lazım kedidir tırmalar, nankördür canımızı sıkar.
Oysa bilmeyiz, balığı bu kadar çok seven kedinin sudan korktuğunu. Eğer yüzmeyi bilseydi, korkmasaydı, ne işi olurdu köşe başında. Bize ihtiyacı olmaz ve yediği Balıklar için Allah’a şükrederdi. Sağır bir baykuştur; gecenin bir yarısı içimize korku salar. Engelli olmayı bizler istemedik. Bu sunulmuş bir özgürlüktü eğer şekil önemli olsaydı yaradılıştaki o inanılmaz esnekliği anlamı kalır mıydı. Sahi hangimiz bir nankör kediyiz?
Kimyasal ve nükleer silahlar icat edip birbirinin ırzına, canına kastetmeyi savaşlarla meşru kılan siz homosapyensler değil misiniz? Baktığınız her yeri kan ve gözyaşlarıyla boyadınız. Ab-ı hayattı. Nice gülistanla bezenmiş bu dünyayı, atom bombasının isi ve dumanıyla yaşanmaz bir hale getiren sizler değil misiniz?
Çocuklarımızın yüzü gülmüyor. İçine korku salan uğursuz baykuşun şarkısı değil, yanağındaki şarapnel parçalarıdır.
Bir anne, ölü çocuğu kucağında haykırırken Allah’â; siz kafanızı gömmeye devam edin taşsız kumlara. Topal akrep,nankör kedi ve uğursuz baykuşlar sarmışken dört bir yanımızı af dilemek boşunadır yaratandan. Ne acı bir son beklemektedir sizleri. Gerçek azap ve tasavvur edilemez bir kabus!...  İşte açılıyor cehennemin kapıları.