Ağacın kurdu içindeyse kıyamı zordur. Felaketler felekten değil içinden gelir. Seccade kıbleye serilmişse mesele yok. Seccade enaniyete serilmişse başların inip kalkması ancak riyanın musluğundan kir akıtır.

Kasım Gülek'in soyadından bir harf değişerek ecnebinin cebine konan Gülen, gül gibi vatan fidanlarını soldurdu. 'Yolunuz yol değil' diyen ferasetli ağızları günahın sazını çalan ferasetsizler diye suçlayanlar kendileri 'hain' oldular.

Kıbleyi demir raylarla yakın kılan Ulu Hakan'lar tahttan indirildiğinde başladı şerin şeriatı. Ogün bugündür dost bildik düşmanları. İyi hamlelerle zaman zaman inkıtaya uğradıysa da Frenk niyeti, sonrasındaki aptallıklardan millet ödedi diyeti.

Kendi uçağımızdan ecnebi kurşunları yağdı başımıza. Elbiselerimizi giyen iblisler tankları sürdü üstümüze. Hollanda'da itleri ve atları sürenler gibi.

Biz de suçluyuz. Gözlerimizi derine akıtamadığımız için. Vaziyetin içinde vaziyet almak değil marifet. Vaziyet almadan vaziyeti fark etmektir aslolan.

Bunun hasıl olması için deliler gibi okumak gerek. Her şeyi, hayır ve şer demeden okumak gerek. Niyetleri süzecek öz için söz gerek. O zaman pınar belli; kelam ve kelime.

Bir sağlık çalışanına bir yazı okuttum. Öyle okudu ki ikra utandı. Kelimelerin başını kese kese bitirdi yazıyı. Her halinden belli neştere yakın yaşamış.

Söz lakırdıya gelince çenesini mengeneye tutsan durmayacak cevvallikte. İçi boş tenekeye vurunca gelen ses gibi etrafım gürültüye boğuldu. Muhtevasız konuşanların konuşmadan aldığı hazzı izledim. Öyle imanla açılıyor ki çene gel de onunla konuşmayı dene.

Okumak ne iffetli bir iş. 'Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu' diyen alemlerin nuru, hakikatin sururunun bize çizdiği yol nerede!

Hep Batı'nın, şerin çamaşırını kuruttuğundan yakınıyoruz. Doğru ama o pasaklı çamaşırlara güneş olduğumuzu akletmiyoruz.

Tarih bilmiyoruz, din bilmiyoruz. Biz nakille öğrenen nakliyatçılarız. Oysaki nakil kadar akılla öğrenen olsak; ezilen, büzülen değil göklerden süzülen oluruz.