Bu günlerde Sokrates’in “oyları saymayınız, tartışınız” nitelemesi belki de “ at hırsızlarının Üsküdar’ı geçtiği” bu süreçte, şaşkınlık içinde ağzı açık izleyenlere avuntu olacaktır!..
Zaman zaman sığınılacak bir liman gibi!.. Niteliği temsil edenler, ne olmuş, nasıl olmuş ise artık sonuçları belirlemede daha az etkili. Onlar sadece doğruları söyleyen, eli-yüzü düzgün insanlar durumunda kubbede hoş bir seda olarak asılı kalıyor.
Diğer yanda ise tarihi kendi yaşamlarıyla başladığını sanan aymazların! Taşkınlık ve aymazlıklarıyla kirletilmiş Olağanüstü Hal koşullarında bir garip seçim süreciydi yaşadığımız…
Öyle bir süreç ki; son bir haftadır kentimin üzerine çöken yoğun sisin etkisini aşan bir başka sis perdesi içerisinde saklanıp, pervasızca saldırganlıklarını sürdüren “kuzu postuna bürünmüş yaratıklar” ile doğmamış bebelerin bir damla sütüne bile göz dikebilen, devletin sırtından servetlerine servet katan kara vicdanlılara kucak açan ideal bir avlak!..
Kimliğini unutup kendi içinde çelişen, ideolojisini dahi yitirmiş kadroların da katkısıyla daha bir pervasızlaşan yaratıklar için ne de uygun bir avlanma alanı oluşturdu kuşkusuz dumanlı hava!..
Yine de onurluca direnmesini bilmiştir Cumhuriyet’in yurttaşları. Önderlik zaaflarına ve her türden engellemelere karşın sevdalarını öne alıp sandığa sahip çıkmayı başarmışlardır.
Sonuçları bıçak sırtında olduğu gözlemlenen oylamaya olan itirazların, YSK tarafından (Sandıklar açıldıktan sonra alınan bir ara kararla değil) Yasalarımıza ve Hukukun evrensel ilkelerine göre objektif bir biçimde bağıtlanacağına ilişkin umutlarımız dilerim hayal kırıklığına dönüştürülmez…
Tüm bu alarm sinyallerini yok sayarak, yollarına bıraktıkları yerden yeniden başlamaya heveslenen siyasi aktörler, Parlamenter Cumhuriyet’e olan taleplere kulaklarını tıkadıkları ölçüde, sorunlar karşısında yetersiz kaldıklarını ve onarılmaz biçimde yıprandıklarını ilan etmiş olacaklardır.
Toplumun bu meşru talebini görmezden gelmek, öteleyip engellemek hiçbir siyasetçiye hayır getirmemiştir. Hem zaten tabanın siyasi kadrolarda olmasını istediği “değişim” talebi kendi başına dahi; siyasilerin eylem ve düşüncelerinde toplumun ne kadar gerisinde kalındığının somut bir göstergesi değil midir?..
Sonuçlar doğru okunmaz, ya da “toplumsal ayrıştırma” de diretildiğinde olacaklar bellidir…
Acı tecrübelerle yaşanmıştır. Toplum karşı karşıya getirilerek, bir arada kardeşçe yaşamanın önü aşılmaz barikatlarla tıkanmıştır…
Sorunlara ilişkin yeni çözümler bağlamında tıkanmıştır…
Karanlığı aşma bağlamında tıkanmıştır…
Giderek tekleşen, birbiriyle aynileşen siyasal partiler kümesi bağlamında tıkanmıştır…
Böyle bir garabet yapının sonucu, siyasetin kişiselleşmesi kaçınılmazdır. Siyasal partiler özellikle de program partisi olması gerekenler! Koltukta kalmak adına bu özelliklerini tehlikeye sokmamalıdırlar.
Kişiler savrulduysa “ilkesizleşti”
Kişiler çıkar derdindeyse “yozlaştı”
Kişiler önyargılı ise “korkaklaştı” tanımlamaları artık yeterli olmuyor.
Sonuçta siyasette sarsıcı boyutta bir erozyon yaşatıldı. Bugün yaşananlara çanak tutanlar, suçlu arama kolaycılığından vazgeçip, seçim kabininde tercihlerini hangi duygular içinde gerçekleştirdiklerini sorgulayıp, kendileriyle yüzleşmelidirler, yoksa gelecek daha farklı olmayacaktır.