Yeni Yüzyıl Düşünce Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Hasan Akyüz “Eşit Anayasal Vatandaşlık, Türkiye Vatandaşlığı, Türkiye Milleti” ifade ve tanımlarına ilişkin basın açıklamasında bulundu.

Akyüz yaptığı açıklamalardaq: "Son zamanlarda ülkemizde vatandaşlık tanımımız ve anayasamızdaki mevcut ifadesi üzerine sürekli artan bir ivmeyle tartışma yapıldığını görmekteyiz. Tartışmanın ana konusunun Türk Milleti yerine Türkiye Milleti, Türk Vatandaşı yerine Türkiye Vatandaşı, Anayasal eşit vatandaşlık gibi önermelerin olduğunu görmekteyiz. Yeni Yüzyıl Düşünce Derneği olarak ilk bakışta sempatik ve masum istekler olduğu izlenimi veren bu önermelerin tarihçesini, dünya üzerindeki örneklerini, sosyolojik olarak temellerini ve oluşturması muhtemel sonuçlarını irdelemekte yarar görmekteyiz.

"MİLLİYETLERİN KÜLTÜREL ÖZERKLİĞİ TEORİSİ"

Eşit Vatandaşlık tanımı ilk olarak 1900’lerin başında Avusturyalı Marksist Otto Bauer tarafından  “Milliyetlerin Kültürel Özerkliği Teorisi” ile ortaya atıldı. Masum gibi görünen kültürel özerklik talebinin zamanla çok milliyetli bir toplumun siyasal düzenine yol açacağı ihtimali görüldüğünden Bolşevikler dahil bütün siyasi ortamlarda şiddetle reddedildi ve gündemden kaldırıldı. Bu fikir daha sonra 1970’li yıllarda Avrupa Birliğini hayata geçirmek için fikir üreten bir düşünür olan Alman Jurgen Habermas tarafından Ulusal Vatandaşlık yerine Anayasal Vatandaşlık önerisi ile gündeme geldi. 1990 ların post-modernizm düşünsel ikliminde gelişen çeşitlilik, farklılık, katılımcılık gibi sempatik kavramlarla süslenen bu düşünce bir süre etkili oldu. İlginç olan nokta ise batılı devletler kendi ürünü olan bu düşünce ve ilkeleri kendi anayasalarında uygulamadı. Hangi ülkeyi bölmek istemişlerse bu ilkeleri temel alan anayasalar çeşitli baskılar ve yönlendirmeler yapılarak yaptırıldı ve o ülkeler  parçalanma yoluna sokuldu. Bu ülkelere örnek olarak Irak’ı verebiliriz. Ulus yerine Iraklı insanlar tanımı olan  2005 tarihli işgal anayasası bu insanlar tarafından yazıldı. Iraktaki her etnik topluluk, her inanç grubu anayasal güvenceli siyasal kimlik sahibi oldu. Bu anayasanın ayırdığı etnik, dinsel, mezhepsel gruplara yerel ve bölgesel  farklılıkları derinleştirecek yetkiler verildi. Fakat nedense bu düşünceler Avrupa birliğinin kurulması yönünde oluşturulduğu halde örneğin ne Alman, ne Fransız anayasalarında bu yönde değişiklikler yapılmadı. Çünkü bu düşüncenin teorisyenleri çok iyi biliyorlardı ki bu değişikliklerin anayasalarda yapılması demek o ülkelerde hem siyasal hem de toplumsal yaşamın etnik, dinsel ve mezhepsel daracık elbiseler içine sokulması ve parçalanıp ötekileştirilmiş edilgen yapılar haline gelmesi demekti. Bu nedenle bu değişiklileri kendileri için değil bölmek istedikleri devletler için istediler ve halen Türkiye örneğinde olduğu gibi istemekteler.

Türk vatandaşlığı tanımına karşı çıkanlar Türk kelimesinin bir etnisite ifade ettiği ve diğer etnik grupları dışladığını iddia etmektedirler. Fakat bu iddia gerçeği yansıtmamaktadır. Her şeyden önce “Türk” bir etnisite değildir. Elbette Türklüğün toplumsal bir anlamı ve karşılığı vardır ve olmalıdır. Fakat Türkmen, yörük, tahtacı gibi etnisiteler olmakla birlikte Türk adı taşıyan bir etnik grup yoktur. Türklüğü etnik gruplar seviyesine indirmek yanlıştır ve art niyetli bir davranıştır. Oğuz  boyları Anadolu’daki bin yıllık ve hatta çok daha önceki  tarihler boyunca milletleşme süreci içinde kendi renklerini, yani dil ve kültürlerini kurulan siyasal birliğe vermişler ve geri çekilmişlerdir. Günümüzde bu etnik grupların hiçbiri egemen unsur iddiasıyla devletin içinde hakim bir grup, bir kast olmamışlardır ve bu iddiada bulunan bir toplulukta yoktur. Türk, bütün etkenlerin bir araya gelip zaman içinde olgunlaştırdığı kültürel kavim adlandırmasıdır. Türk kelimesinin etnisite olarak adlandırılmasının hiçbir sosyolojik ve mantıksal dayanağı yoktur. Anayasamızın 66. Maddesinde “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” diyerek her türlü etnisite ve sosyal yapının üzerinde bir tanımla tespit yaparak konuyu en doğru şekilde sosyolojik bir zemine oturtmuştur. Türkiye Cumhuriyeti bir ulus devlettir ve ulus devlette etnik gruplar, dinsel-mezhebi topluluklar siyasi değil, yalnızca kültürel varlıklar olarak kabul edilirler. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Ulus Devlet yapısıyla ve Türk Vatandaşlığı şemsiyesi altında bütün etnik ve sosyal gruplara eşit uzaklıkta bir yapıya sahiptir.

Türk vatandaşlığı tanımından rahatsız olanlar bu tanımın yerine Eşit anayasal vatandaşlık veya Türkiye vatandaşlığı tanımlarının konulmasını istemektedirler. Masum görünen bu istekler maalesef ayrılık ve yıkımın yolunu döşeyen kilometre taşlarıdırlar.  Türk Vatandaşlığından vaz geçmek, bireysel haklara dayanan yurttaşlık sisteminden topluluk haklarına dayanan bir toplumsal-siyasal sisteme geçiş yapmak demektir. Eşit anayasal vatandaşlık veya Türkiye Vatandaşlığı devletin bireylere değil topluluklara göre örgütlenmesi demektir. Buradaki eşitlik bireyler arasında değil, toplulukların birbirine eşitliğidir. Sistemi birey olarak yurttaşların eşitliğine göre değil, etnik ve inanç gruplarının eşitliği üzerine kurar. Başka bir ifadeyle “eşit anayasal vatandaşlık” ülkedeki inanç ya da etnik temelli etnik gruplar arasında eşitlik sağlanması talebi demektir. Bu anlayışa göre her topluluğun dili devlet yaşamında yer bulmalı ve resmi dil olabilmelidir. Örneğin eşitlik gereğince her topluluk kendi kimliği ile siyasal-toplumsal yaşamda bir diğer topluluğa karşı eşit veya oransal olarak temsil edilmelidir. Bürokraside ve siyasette makam ve mevkilerin dağılımı topluluklar arasındaki eşitlik gözetilerek yapılmalıdır. Sonuçta oluşacak yapı “cemaatler ve milliyetler devleti” olacaktır.  Bu devlet yapısı ile Ulus devlet gibi etnik kimliklere kör bir devlet değil, bireylere etnik topluluklar ya da milliyetler penceresinden bakan bir devlet inşa edilecektir. Bu sistem toplumu kendi içine kapalı, birbirinden oldukça ayrı, birbirine yabancı ve hatta kavgalı bir hale getirir. Böyle bir sistem kavgaları bitirmez, aksine kavgalar yaratır.

Bizlere demokrasi ve insan hakları adına baskı yapıp anayasamızdaki ulus devlet anlayışından uzaklaşıp Türk Vatandaşı değil Eşit Türkiye Vatandaşlığı, Türk değil Türkiyeli kavramlarını dayatan ülkelerin anayasalarında mevcut duruma bakmakta yarar var. En yakınımızdaki Ülke olarak Yunanistan’ın anayasasına baktığımızda 1975 tarihli Yunan Anayasasının 4/3. Maddesinde “Kanunla belirtilen vatandaşlık niteliklerini taşıyan herkes Yunan Vatandaşıdır. Ayrıca hak ve özgürlüklere ilişkin diğer anayasa maddelerinde “herkes” gibi kapsayıcı bir ifade yerine “Yunan Vatandaşları” ibaresi kullanılmaktadır. Görüldüğü gibi batı kültürünün ve demokrasisinin temellerinin atıldığı Yunanistan’ın mevcut anayasasında Yunan yerine Yunanlı, Yunan vatandaşı yerine eşit anayasal Yunanistan Vatandaşı gibi absürt ifadeler yok. Bize dost görünüp her fırsatta aleyhimize davranan, Avrupa’nın en güçlü ülkesi Almanya’nın anayasasında da durum farklı değil. Alman Anayasası 116/1: “Kanunda aksi öngörülmedikçe, bu anayasa anlamında Alman; Alman Vatandaşlığına sahip olan veya alman etnik kökeninden mülteci veya sınır dışı edilmiş olarak veya bunların eşi veya soyundan gelen olarak 31 Aralık 1937 itibarıyla Alman topraklarına kabul edilmiş herkestir.” şeklinde ifade edilmektedir.  Görüldüğü gibi kimlik ve aidiyet anlamında bizlerin Türk olmaktan soyutlanmamızı isteyen, Türkiye’ye karşı yıkıcı her faaliyetin üssü durumundaki Almanya bizden istediği değişiklikleri kendi anayasasında yapmamış ve anlaşılan yapmayı aklından bile geçirmemiştir. Bize baskı yapmakta hiçbir fırsatı kaçırmayan bir başka ülke olan Fransa’nın anayasası da Alman Anayasasına benzer maddeler içermektedir. Fransız Anayasası Madde 3: “Milli egemenlik Fransız Halkına aittir. Halkın hiçbir parçası ve hiçbir fert milli egemenliğin kullanılmasını kendisine izafe edemez.”  İlginç olarak Fransa kendi anayasasında olmamasına rağmen bizim anayasamızda kimlik ile ilgili değişikliklerin yapılmasını ısrarla isteyen ülkelerin başında gelmektedir. Farklı bir ülke olarak İspanyol Anayasasına baktığımızda İspanya Anayasası madde 2:”Anayasanın temeli, İspanyol Milleti’nin ayrılmaz birliği, tüm İspanyolların ortak ve bölünmez ülkesidir.” İfadesi ile karşılaşılmaktadır. İspanyol anayasasındaki bu madde bizim anayasamızın 3. Maddesi ile oldukça benzemektedir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası madde 3:”Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.” hükmü vardır. İlginç olarak bizde en çok değişmesi için çaba gösterilen anayasa maddeleri 3. ve 66. Maddedir. Halbuki benzer maddeler bütün sözü geçen Avrupa ülkelerinin anayasalarında olduğu gibi İspanyol anayasasında da mevcuttur. Fakat kimse değiştirilmesini talep etmemektedir.  Türkiye’ye daha dostane pencereden bakan bir ülke olan Macaristan anayasasına baktığımızda “ulusal Ant” adlı giriş kısmında “Tanrı Macarları kutsasın” ifadesi mevcut. Bir başka güncel örnek İngiltere’den verilebilir. Her fırsatta Türkiye’ye demokrasi dersi vermeye çalışan ve içimizdeki etnik ve sosyal sınıf farklılıklarımızın zenginlik olduğunu ve siyasal zeminde bu grupların kendilerini ifade edebilmeleri gerektiğini söyleyen İngiltere için sadece bir örnek vermek çok aydınlatıcı ve öğretici olacaktır.  İngiltere’de yapılan 2019 genel seçimlerinden önce Muhafazakar parti seçim propagandasında bölgelere göre ayrı söylem üretebilmek için kişilerin isim, soy isimleri üzerinden geldikleri ülke, etnik kökenleri ve dinlerine yönelik bilgilere ulaşmış. Bu durum İngiltere kamuoyu ve siyasetinde infiale yol açtı. İskoç Ulusal Partisi üyesi Parlamenter John Nicolson “Hem din hem de etnik kimlik, tıpkı sağlık bilgileri gibi, toplanmasına dair yasal zemin konusunda daha yüksek standart gerektiren özel kategoriler. Etnik kimliğe dair verinin toplanması kabul edilemez. Muhafazakarların seçmenlerin etnik ve dini olarak profilini çıkarması ahlaki ve etik açıdan tiksindiricidir” demiştir.  Fakat kendileri için tiksindirici olarak tanımladıkları uygulamaları demokrasi adına Türkiye’ye öneren hatta dikte ettirmeye çalışan İngiliz politikacılarının bu iki yüzlü tavırları hayret uyandırıcı seviyededir. Bilindiği gibi İngilizlerin klasik anlamda bir anayasaları yoktur. Anayasa hükmü olmasa da İngiltere İngiliz kimliğini ve kültürünü her zaman titizlikle korumuştur. İngiliz vatandaşı ve İngiliz terimleri yerine Eşit İngiltere vatandaşı ve İngiltereli terimlerinin kullanılmasına ve John Nıckelson’un tepki gösterdiği gibi etnik ve dini anlamda alt gruplara bölünmesine asla izin vermez. Fakat çok ilginç olarak Türkiye’ye demokrasi adına etnik kimlikleri anayasal zeminde tanıma ve siyasi özgürlükler verme gibi baskılar yapmayı kendinde hak olarak görürler.

Farklı bir coğrafyada dünya siyasetine etkili bir çıkış yapan Çin’in benzer konularda incelemesini yapmak durumu anlamak için faydalı olacaktır. Yükselen Çin eski bir Çin ahlakı ve Çin felsefesi sistemi olan Konfüçyüs öğretilerinden yola çıkarak gelişmektedir. Konfüsyüsçülüğün ana dinamiği Çinli olmanın bilincine varmaktır. Bu sistemde etnik veya dinsel sınıf ayrımının yeri yoktur. Çin Milliyetçiliği esas ve her şeyin üzerindedir. Konfüçyüs öğretilerine bağlı Çin Milliyetçiliği sadece Çin devlet sınırları içindeki Çinlileri kapsamaz. Komşu ülkelerdeki Çin kökenli insanları da Çin’in doğal vatandaşları sayar. Komşu ülkelerde olupta o ülke içinde asimile olma yolunda olan Çinlilere “Ayna testi” yapmalarını önerir. Başka toplumlar içinde olup Çin kültüründen uzaklaşma eğiliminde olan çinlilere aynaya bakıp kim olduklarını hatırlamalarını öğütler. Geçmişinde Komünizm etkisiyle milliyet duygusunu öteleyen fakat bu gün dünya siyasetine çok güçlü giriş yapmasında Çin Milliyetçiliğini dinamik yapan Çin gibi bir ülkenin olduğu bir dünyada Türk Milleti, Türk Vatandaşı tanımlarını kullanmayı zararlı ve sakıncalı bulan bir bilinci anlamak mümkün değildir.

Konunun tam olarak anlaşılması için sadece dış baskılara değil “Türk” tanımını sakıncalı bulan iç baskı guruplarına da bakmakta fayda var. Öncelikle FETÖ dediğimiz örgütün yayın organlarında 15 temmuz 2016 hain kalkışma öncesi çıkan bazı yayınlara bakalım. Gülenci kesim, Ocak 2011’de Nesil yayınlarından “Demokratik Açılım Üzerine Düşünceler-Çözüm Mümkün” başlıklı bir kitap çıkarmıştır. Kitapta kendilerine göre fikirsel dayanaklar desteğinde “Anayasal Vatandaşlık” savunulmuştur. Kitaptan bazı ifadeleri belirtmekte fayda var: ”Milliyetçilik bir bilinç çarpılmasıdır (s.32), Sadece Türk etnik kimliği temelinde tanımlanmış bir millet anlayışı, Türkiye toplumu açısından problemleri çözücü bir yaklaşım değildir. Anayasal Vatandaşlık olarak adlandırılan, devletin vatandaşıyla kurduğu ilişkinin esas itibarıyla hukuki bir ilişki olması gerektiğini söyleyen yaklaşımı temel alarak bir üst kimlik inşa etmeliyiz (s.22-23). Türk kimliği yerine bir üst kimlik olarak anayasal vatandaşlığın ikame edilmesi gerekir (s.38,48). Anayasanın başlangıç kısmında Atatürk Milliyetçiliğinin esas alınması önemli bir sorundur. Kesinlikle değiştirilmesi gerekir. Ülke genelinde birden fazla resmi dil ya da bölgesel düzeyde birden fazla resmi dil kabul edilebilir (s.35-36). Mesele (Kürt meselesi değil) öncelikle Türk meselesidir (s.41).  Ulusal/Resmi tek dil kaldırılmalı; kültürel çoğulluk, yerel özerklik… (s.55). Türkiye Cumhuriyetine karşı hain darbe girişiminde bulunan, insanlarımızı acımasızca katleden, yüce meclisimizi kendi uçağımızla bombalayan FETÖ’nün yayın organınca önerilen görüşler ne kadar Türkiye Cumhuriyeti lehine olabilir düşünmek gerekir. İçimizde olup bu fikirleri savunan diğer bir odak ise terör örgütü PKK’ya yakın federalizm ve ayrılıkçı politikalar savunan kesimlerin olduğunu görüyoruz. Ayrılıkçı fikirleri savunan Rızgari dergisinde 2007 yılında yazılan bir yazıdaki ifade şu şekildedir: “Türkiye’nin federalleşmesi ile anayasal vatandaşlık arasında bir paradoks değil, birbirini tamamlayan, birbirinin ‘olmazsa olmaz’ şartlarındandır”. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının PKK’yı desteklediği için 2007 yılında kapatma davası açtığı DTP’nin parti programında “Tek ırk, tek dil, tek din, tek kültür ve erkek egemen anlayış yerine toplumdaki bütün etnik, kültürel, inançsal ve cinsiyet farklılıklarını kapsayacak şekilde, ‘Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı’ esas alınacak ve anayasal yurttaşlık olarak bu üst kimlikle tanımlanacaktır” ifadesi bulunmaktadır. Anlaşılmaktadır ki FETÖ’cü kesimde olduğu gibi ayrılıkçı Kürtçü kesim için de sorun Kürt sorunu veya başka bir sorun değil “ Türk Sorunudur”.

Bu tür söylemlerde bulunan bir kesimde maalesef bilgisiz, kullandıkları kelime ve tanımlar hakkında en küçük bir fikri olmayan, entel olmakla entelektüel olmayı birbirine karıştıran, güzel şarkı söylemekle veya dizi setlerinde rol yapmakla en derin bilgi ve ferasete sahip olduğunu zanneden bilgi ve vizyon fukarası kesim olmakta. Bu kesim kötü niyetli olmasa da toplumda göz önünde olmaları nedeniyle kullandıkları “Türkiye Milliyetçiliği veya Türkiyeli” gibi içi boş tanımlarla oldukça zararlı etkilere sebep olabiliyorlar.  

"TİLKİLER HER ZAMAN TAVUKLARIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ SAVUNUR"

Konunun analizi sağlıklı bir düşünce ve mantık çerçevesinde yapıldığında sağlam ve samimi düşünceli insanların bu değişim isteklerinin hizmet edeceği yıkımı anlamaları muhakkaktır. Türk Vatandaşlığı yerine Eşit Anayasal Vatandaşlık veya Türkiye Vatandaşlığı, Türk Milleti yerine Türkiye Milleti bizi kaçınılmaz olarak ayrışma ve bölünme yoluna sokacaktır. Girilecek olan bu yol çıkış değil çıkmaz sokak girişidir. Denir ki bir kelebeğin uzaklarda bir okyanus üzerinde masum bir kanat çırpışı binlerce kilometre ötede bir kasırgaya dönüşüp  korkunç yıkıcı etkileri sebep olabilir. Eşit Anayasal Vatandaşlık, Türkiye Vatandaşlığı, Türkiyeli gibi kavramlar bizim için kelebek etkisi yaratabilecek masum görünen yıkıcı başlangıçlar olacaktır.

Emperyal Devletlerin ve onların taşeronluğunu yapan uluslararası kuruluşların yönlendirme ve tavsiyeleri ile “Türk” tanımı ve çatısı altından çıkarak özgürleşeceklerini düşünen guruplar bilmelidir ki “Tilkiler her zaman tavukların özgürlüğünü savunur.” ifadelerini kullandı. 

                                                                                         

Sibel Suiçmez'den Şalpazarı'ndaki Arazi Satışına Sert Tepki Sibel Suiçmez'den Şalpazarı'ndaki Arazi Satışına Sert Tepki