DOĞU TÜRKİSTAN KIRMIZI ÇİZGİMİZDİR

George Orwell’in 1984 isimli ünlü eseri distopya üzerine kuruludur. Romanda tek parti iktidarında diktatörlükle yönetilen bir devletin hegemonyayla toplumu rejimin kölesi hâline getirmesi anlatılmaktadır. Romanda işlenen ve ancak kurgu olur denilen baskının ve zulmün daha fazlası bugün Çin Komünist Partisi tarafından Doğu Türkistan’da yapılmaktadır. Çin’in milliyetsizleştirme ve dinsizleştirme siyasetiyle Uygur Türklerine yönelik aklın sınırlarını zorlayan insanlık dışı uygulamalarını yalnızca medya üzerinden görmek bile bizleri dehşet içerisinde bırakırken, bir de zulme doğrudan maruz kalmış Uygur Türklerinin acısını düşünmek insanı kahretmektedir.

Son dönemde Nazi Almanyası’nı aratmayan toplama kampları inşa eden ve BM raporlarına göre en aşağı 1 milyon Uygur’u buralara hapseden Çin Komünist Partisi, sözde “kardeş aile” projesiyle de her Uygur evine bir Çinli erkek yerleştirerek Uygur Türklerinin namusuna alenen tecavüz etmekte ve onları 24 saat gözaltında tutmaktadır.

Çin’in zulmünden dolayı anayurtlarını terk etmek zorunda kalan Uygur Türklerinin çoğu Avrupa’ya ve ABD’ye değil, Türkiye’ye gelmişlerdir. Çünkü onlar için burası ikinci vatandır. Onlar bilmektedir ki Türkiye Türkleri her zaman yanlarında olmuştur ve Uygur Türkleri için sığınacak daha güvenli bir ülke yoktur. Ancak bununla birlikte olumsuz durumlar da yaşanmaktadır.

Bugün birçok üniversitede Uygur Türkleri eğitim görmektedir. KTÜ ve Trabzon Üniversitesi de bunlar arasındadır. Ancak üniversite yönetimleri, bırakın Doğu Türkistan’daki aileleriyle para transferi yapmayı, anasından babasından aylardır haber dahi alamayan Uygur Türklerini yabancı öğrenci statüsünde tutarak, onların durumlarını göz ardı edip harç paraları istemekte, veremeyenlerin eğitim hakkını sonlandırmaktadır. Üstelik bir kısmı evli ve çocuklu olan soydaşlarımız zor şartlarda hem çalışmakta hem de okumaya gayret etmektedir. Eğitimlerini üst seviyede tamamlayarak Doğu Türkistan davası için mücadele etmeye çalışan Uygur Türklerinin durumlarını daha yakından takip etmeye ve ellerindeki imkânları onların lehine kullanmaya üniversite yönetimlerini davet ediyoruz. 

Bunun yanında daha vahim bir durum vardır ki Türkiye’ye gelen Uygur Türklerinin birçoğu vatandaşlığa kabul edilmemektedir. 100 binden fazla Suriyeli Arap mülteci Türk vatandaşlığına geçirilirken, Uygur Türkleri buna uygun görülmemektedir. Vatandaş olamadıkları için de en basit sağlık hizmetinden dahi ücretsiz yararlanamamakta ve maddî yükümlülükleri daha da artmaktadır. Daha da kötüsü vize süresi biten Uygur Türkleri ya kaçak olarak Türkiye’de yaşamak zorunda kalacak ya da Çin’e geri gönderilecektir. Çin’e döndüklerinde ise başlarına neler geleceği açıktır: Terörist ilân edilme, tutuklanma ve hapishanelerde ya da toplama kamplarında işkencelerle öldürülme!

Hâl böyle iken Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerine düşen vazife soy, dil, din, tarih ve kültür olarak bizden hiçbir farkı bulunmayan Uygur Türklerine sahip çıkmasıdır.  

Çin ile yapılan ekonomik anlaşmaların, ticarî hacmin boyutları Uygur Türklerinden daha büyük olmamalıdır!

Türkiye için Uygur davası, yalnız ramazan ayında hatırlanan bir dava olmamalıdır!

Doğu Türkistan Suriye’den, Filistin’den, Myanmar’dan, Yemen’den daha uzak olmamalıdır!

Türk’ün Çanakkale mücadelesi sona ermemiştir. Bugünün Çanakkale’si bizim için Doğu Türkistan’dır! Dolayısıyla devlet de toplum da Doğu Türkistan için elinden gelen gayreti göstermekle mükelleftir. Bu tarihî bir yükümlülüktür.