“Cumhuriyet’ten önce bu ilde Rum, Ermeni, Çerkes, Gürcü, Acem gibi değişik ulustan, inançtan gelen kimseler yaşardı. Bu insanlar birbiriyle kaynaşmış, anlaşmış, iç içeydi. Toplum düzenini oluşturan karşılıklı yardım, dayanışma eksiksiz sürdürülürdü. 19. yüzyıl ortalarına doğru, özellikle Amerika-İngiliz yandaşlarının besledikleri belli kişiler araya geçimsizlik soktu, o yörede Pontos Devleti kurma girişimleri başladı, manastırlar, kiliseler ülkenin düzenini, esenliğini bozmada önemli görevler üstlendi, Birinci Dünya Savaşı başlarında iş büsbütün içinden çıkılmaz duruma geldi. Trabzon metropolitliğinin kışkırttığı, oluşturduğu çeteler yüksek köylerde Müslümanlara saldırmaya, kan dökmeye başlayınca karşılıklı çatışmalara kapı açıldı. Sonunda bütün hıristiyanlar, 1923 devrimiyle ülkeden sürülüp çıkarıldı. Trabzon’da yalnız Müslümanlar kaldı.” İsmet Zeki Eyüboğlu. (1999)
Maçka’da İngilizlerin kışkırtmalarıyla galeyana gelen Ermeni- Rum çeteleri halka yapılan zulüm gittikçe yükseltmektedir. Babasından duyduğu hikâyeyi ise İsmet Zeki dizelere döker:
Ben bu destana başlamadan önce, babamdan duyduğum anılar vardı
Babam söylemeye başladıkça annem sessizce dinler ağlardı.
“Kara Zıpkalılar Destanı’’ yazan İsmet Zeki Eyüboğlu, bölgede yaşanan zulmü ve katliamı şöyle anlatır:
Santalılar yerli Hristiyanlardı
Yanlış bir inanca kapılan
Birbirinin kanına ekmek doğrayan insanlardı.
Bir tastan ayranlı mısır çorbasını kaşıklayan
Bir keçenin altında yan yana yatan
Bıçak çekerek birbirine
Bilmeden yardım edenler İngiliz çetelerine.
Bugün bile ülke kurtarıcılarına olmayan hakareti edenler, bilseler de bilmezlikten gelirler bu acıları. Uyup üç beş fesli deliye siyasi çıkarları için yaptıkları elbet geçer tarihin defterine. Devam edelim kulak vermeye İsmet Zeki’ye:
Derenin kıyısında aşağıda
Yeni boğazlanmış çocuklu bir kadın
Buğulu kanında yaşamın sıcaklığı
Yavaş yavaş tükenmededir.
İsmet Zeki Eyüboğlu büyük bir felsefeci ve tarihçiydi. Bugün tartışmaya durduğumuz Disney+ denilen platforma on yıllar önce cevabını vermiş bir Türk’tü. Ermeni- Rum zulmünü Kara Zıpkalılar destanında devam ediyor anlatmaya:
Hamsiköy deresinde
Karnı burnunda bir kadının
Süngüyle çıkarıp bebeğini fırlatarak havaya
Nişan alırken, İngiliz altınıyla beslenmiş çetelerin
Megalo idea türküsünü söylemektedir.
“Vatan çiftliklerinizse, kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan..’’ ey içimizdekiler, İsmet Zeki bir daha seslensin size, belki biraz yüzünüz kızarır diye:
Zigana’nın etekleri dumandır, beş kadın beş yiğitçe yolda, sırtlarında yük dişlerinde candır. Dört çocuğu var birincisinin, kim bilir şimdi ne yaparlar ocağın başında? Diye düşünür yüreği geride gözleri dağın eteklerinde, tepeye kıvrılan çamların arasında.
İkincisi bir yıllık gelin, erkeği Turnagöl yaylasında savaş alanındadır. Geleceği bilinmeyen bebeği karnında, eli tetikte yüreği evinde, bekleyen eşi bütün sıcaklığıyla bir gölge gibi yanındadır.
Üçüncüsü Balkan Savaşı’ndan sonra görmemiş, kocasının bir daha yüzünü, boyunun uzun olduğunu, eski zıpkasından anlatır çocuklarına, otuz beş yaşındadır.
Dördüncüsü çoktan unutmuş gençliğini, akı karasından çok saçlarının, işinin başında ölüm-kalım savaşındadır.
Ellilik duldur beşincisi, kocası Yemen’de mi yoksa Sina Çölü’nde mi nerde kumların altındadır. Karnı aç büyümüş sırtı çıplak, iki oğlu Sarıkamış dağlarında buz, kendi kurtuluş savaşındadır.
Beş kadında beş yürek çarpar bircesine, düğünde bıçak oynayan beş ercesine.