Eski okuyucularım bilir. Benim köyde Trabzonspor hastası Allah adamı bir Derviş dayım vardı.Trabzonspor’da işler kötü gidince beni köye çağırıp hesabı bana sorar. İşte geçen hafta beni yine çağırdı, anladım fırça yiyeceğim. Sanki Trabzonspor’un yöneticisi benim de. Bu ara köyde havalar serinlemiş, dayı da fırınlı eski sobasına biraz yol vermiş. Göz attım, baktım sobanın üzerine çay suyunu koymuş kaynatıyor.
Bana takımın halini sorup paylamadan önce hemen başka konu açayım dedim; “Dayı ya, bu ne iştir, Bu Dünya’da kimi bir dilim ekmek bulamaz, kimi bolluktan dilim-dilim ekmekleri çöpe atar” der demez ağzımı kapattı. “Aklının ermediği işe burnunu sokma” dedi.
Sobanın sıcaklığı rehaveti altında inceden uykuya daldım. Ruya bu ya kendimi geniş bir meydanda halkı toplanmış gördüm. Birisine sordum “Burası neresi” Benim yabancı olduğumu anlayarak ters ters yüzüme bakıp “Berzah alanı” dedi. Baktım bir kambur adam yüksek bir tepeye çıkmış, elinde koca bir sepet var. “Bu kim” diye sordum. Buna “Kambur Felek” derler dedi. Hayretle, “Peki, kambur’un elindeki o sepette ne var?” diye sordum, Yüzüme bakmadan “Şimdi görürsün, acele etme” dedi. Birden tepenin üzerine kollarında sepetler bağlı fırıldağa benzer bir düzenek kuruldu. Meğer burada toplananlar henüz Dünya’ya gelmemiş insanların ruhları imiş. “Neden bunlar buraya toplandı?” diye sorduğum da, Gülerek “Bu ruhlar yakında Dünya’ya sefer edecekler bu kambur Felek te şimdi bu fırıldaktan onların Dünyadaki nasiplerini dağıtacak”. Deyince, merakım arttı, ileri sokulup olayı takip etmeye başladım. Fırıldağın bir koluna Kambur Felek otururken diğer koluna da kör bir adamı oturttular, merak bu ya sordum; “Bu da kim?” dedim “Bunun adı da Kör talihtir” dediler. Neyse, fırıldak birden dönmeye başladı, Kambur feleğin yerleştirdiği eşyalar, paralar, meyve, sebze ne varsa, Kör talih eliyle sepetten alıp orada toplanan ruhların üzerine fırlatmaya başladı.
Meğer burada herkes kendisine isabet eden nasiplerini sahipleniyormuş. Millet hengâme ile birbirine girdi. Kimine Altın bilezik, kimine, kâğıt paralar, kimine çürük meyve, kimine havada savrulan Yumurtalar, Domatesler başına gözüne çarpıp kırılıyorken, kimi kucak kucak emval topluyor kimi de eli boş debelenip duruyor. O sırada savrulan Domatesler yere vurunca patlıyor, kabaklar birisinin başına çarpınca ona dahi razı olanlar yere yuvarlanınca Kabaklardan dahi mahrum oluyordu.
Derken o sırada benim de başıma bir şey çarpınca sarsıntı ile sersemledim, yerdeki ezilmiş Domates ve kırık Yumurtalar arasına yuvarlandım. Bir de baktım ki yanımda kırılmamış dört Yumurta ile iki Domates te kucağımda, elime aldım...rüya bu ya. Fakat bu sarsıntı ve heyecanla gözümü birden açınca Derviş dayı’yı karşımda bana bakıp gülerken gördüm. Soba’nın üzerinde Domatesli menemen yapmış mis gibi tandır ekmeği eşliğinde çayı da demlemiş. Gülerek bana baktı. “Gel sarı oğlan, Kör talihten geriye kalan dört Yumurta ile iki Domatesten sana bir menemen yaptım” demez mi? “Hay Allah, bu derviş dayı’yı bir türlü anlamak mümkün değil” deyip Menemeni hayret karışık iştahla yemeye koyuldum. “Demek bize de kör talihten isabet eden bunlarmış” derken . “Ya... elleriyle hava alanlar da vardı, buna da şükür” dedim içimden… Peki ama, Derviş dayı’ya benim rüyam nasıl malum oldu?
Eh, işte bu da onun sanatı, “Aklının almadığı işe karışma” demedi mi? .