Şimdilerde Türkiye gündemini meşgul eden en önemli konu seçim. Bu nedenle gelecek hafta istesem de seçim yasağı nedeniyle kalem oynatamayacağım için bu seçimin önemine bakmak gerekiyor.
Türk halkı, Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte seçim deyince devleti kuran parti olarak Cumhuriyet Halk Partisi’ni tanıdı.
Açık oy, gizli tasnifle yapılan seçimlerin hiçbir anlamı yoktu ve bu durum 1946 yılına kadar sürdü. Bu böyle gitmez diyerek CHP’den ayrılan bir gurup siyasetçi 1946’da Demokrat Parti’yi kurunca, muhalifler Demokrat Parti’ye geçmişler. Tıpkı, CHP’lilere kızarak parti değiştiren diğer insanlar gibi. O yıl ilk kez iki parti yarıştı ve CHP 397, muhalefet olan DP ise 61 Milletvekili kazanarak yarışta ben de varım dedi.
14 Mayıs 1960 seçimlerinde ise tam bir patlama yaşandı ve katılım oranı yüzde 89.3 oldu. Gizli oy, açık tasnifle yapılan seçim sonunda DP 416, CHP ise 64 Milletvekili kazandı ve ülkede birden fazla partinin olduğu çok partili siyaset de başladı.
Sonra, 27 Mayıs 1960’da askeri darbe yapıldı ve demokrasi askıya alındı.
Darbe sonrası Kurucu Meclis ve yine siyasi hayatın devamı gündeme geldi. CHP’liler partileri kapatılmadığı için yollarına aynı çatı altında devam ederken, DP’liler ise yeni kurulan Adalet Partisi’ne geçti. Ardından İnönü ve Demirel mücadelesi de böylece başladı.
Bu mücadele ve bağlılık dedelerimizden babalarımıza bir miras olarak geçti ve Anadolu toprakları milyonlarca kişinin siyasi ayrımına sahne oldu.
Sonra, sıra bizim kuşağa geldi ve İnönü’nün CHP Genel Başkanlığı’ndan ayrılmasından sonra Ecevit-Demirel mücadelesine şahit olduk. Erbakan ve Türkeş de Demirel’in yanında yer alınca Milliyetçi Cephe Hükümetleri dönemi başladı. Demokrat Partili dedelerin çocukları büyük çoğunlukla Adalet Partisi’ne, çok az bölümü de MNP (MSP) ve CKMP (MHP) adlarını alan partilere geçtiler. CHP’li dedelerin çocukları ve torunları çoğunlukla CHP saflarında, birazı da radikal solda bazıları da sağa kayarak yola devam ettiler. Tam da bizim kuşağın siyasete ısınma yıllarında, dedelerden ve babalardan miras kalan siyasi görüşlere sıkı sıkıya bağlandık. Kavga gürültü derken 12 Eylül 1980’de yeni bir askeri darbeyle demokrasi yine kesintiye uğradı. Devrimci ve ülkücü arkadaşımızı veya siyasi akrabalarımızı toprağa verdikten sonra, bu darbeyle birçoğu cunta tarafından hapse gönderildi.
12 Eylül sonrası siyaset yeniden dizayn edilerek üç parti size yeter denildi ve ANAP, MDP ve HP kuruldu. Bunlardan hangisi benim partim diye kafam karıştı.
Siyasilerden Demirel, Erbakan, Türkeş, Erdal İnönü ve Yılmaz’ı yakinen tanıdım. Ecevit ile bir seçim gezisine katıldım. Erdoğan ile İstanbul Belediye Başkanı iken Ali Kırca’nın ünlü Siyaset Meydanı programında karşılıklı olarak tartıştık.
Kemal Kılıçdaroğlu ile 90’lı yıllarda SSK Genel Müdürü iken sadece el sıkıştım.
Siyaseti 1980’lerden beri yakinen takip eden, ama gazeteci olduktan sonra hiçbir siyasi partiye girmeyen bir basın mensubu olarak son yıllardaki seçimleri ve sonuçlarını yorumlamakta hep güçlük çektim dersem yalan olmaz. Türkiye tarihinde çok partili dönemde ilk kez 22 yıl iktidarda kalan AK Parti ile hepsi sağda olan beş partiyle ittifak kurabilen soldaki CHP gibi bir siyasi partinin karşı karşıya geldiği ikinci ve çok zorlu bir 14 Mayıs seçimine daha gidiyoruz. Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili seçimlerinde kime oy vereceksin sorusunun cevabını hemen söyleyebilirim ama her iki seçimi hangi aday ve hangi parti alacak derseniz asla kesin bir cevap veremem. Seçim ortada diyenlerden de değilim ama Türkiye’nin ve Türk halkının kaderini değiştirecek bu seçim ve sonucu gerçekten çok önemli.
Mutlaka sandığa gidelim ve oy verelim.
İnanıyorum ki gönlünüzdeki adayınız ve partiniz seçimi kazanacaktır. Hayırlı olsun diyelim. Mutlu yarınlar Türkiye’m.