Neyi kaldı değirmenin?
Ne taşının kerameti,
Ne aşkının harareti,
Ne şeklinin sülieti.
Yel değirmenlerine karşı savaşmadıysak bile, su değirmenlerimize karşı açtığımız savaşı kazandık. Zaferimiz o kadar keskin ki, neredeyse harabeleri bile kalmadı. Modern Türkiye’nin postmodern Don Kişotları olduk.
Oysa değirmen büyülü bir yerdi; orada ölümsüz aşklar nöbet tutar, patikaları nice aşk adımına tanık olur ve nice maniler dökülürdü taşından.
Hava kararmaya başladığında ise değirmen; cinlerin ve perilerin hikayesi olur ürkek cümlelerle dökülürdü karanlığın üzerine. Umut dolu heybeler, karanlığa ve ölümsüz aşklara ıslık çalardı.
Bir köy meydanıydı değirmen; sevgiden – korkuya, dertleşmekten – dedikoduya köyün sorunları öğütülürdü orada. Tanışma, karşılaşma, selamlaşma, selam yollama, haber alma, haber salma... vb. Bir sosyal dünyaydı değirmen.
Ve biz bu kültürün hikayesini bile yazamadan vadinin derinliklerine gömdük onları ve onlarla birlikte bereketi ve ölümsüz tadları.
Böylece derelerin derinliklerinden gelen müziği susturduk. “Değirmenci Dayı” şarkısı çoktan tarih oldu, notalarını karanlıklara gömdük. Dereleri ve vadileri mimarisiz bıraktık, renklerini ve seslerini kestik.
Biz bu yıkımın Don Kişotları olduk. “Hepimiz körüz, körüz ama bakıyoruz.”
Bu köksüz yıkımla birlikte, kadim köy kültürümüz de kan kaybı sürecine girdi.
Köy kültürü ve değirmen?
Arada ki bağlantıyı göremedik. O eski püskü, köhne yapıların artık işe yaramaz olduğunu düşünen modern düşüncemiz, bu yıkımla birlikte onlarca değerlerimizin de yok olabileceğini anlayamazdı elbet.
Şimdi modern Türkiye’nin vicdanına haykırmak istiyorum: Vadilerde ışıldayan o dünyaları gömerek hangi gelişme sürecine girdik?
İtiraf etmeliyiz ki; biz aslında dünyamızı ve geleceğimizi hirbitleyip modern değirmenlerde öğüttük.
Dönsün değirmenim eski aşklara,
Dönsün karanlığın korkularına.
Şenlensin vadiler, çağlasın sular,
Öğünsün sorunlar, açılsın yollar.
Dönsün değirmenim patikasına,
Dönsün ayrılığın ağıtlarına,
Şenlensin dereler, açsın başaklar,
Öğünsün ürünler, dolsun sofralar.