Atatürk beraberinde eşi Latife Hanım ve 6 kişi olmak üzere Trabzon’a ilk kez 15 Eylül 1924’te geldi. Şimdiki uzun liman mendireğinin yerindeki taş iskelede karaya çıktılar. Kendilerini Trabzon Mebusu Rahmi (Eyüboğlu), Abdullah Bey ve Vali Cemal Bey karşıladılar. İskelede o gün şehrin ileri gelenleri ve coşku içerisinde Trabzonlular bekliyordu.
O akşam halk adına köşkte yemek verilmişti. Belediye Başkanı Kazazzade Hüseyin Efendi: ‘’Trabzon ahalisi senelerden beri özlemini çektikleri yüksek şahsınıza kavuştuklarından dolayı büyük sevinç içindedirler. Halkın tezahüratını bizzat gördünüz. Fakat bu tezahürat, kalplerdeki saygı, sevgi ve samimiyetin belki yüzde biridir. Allah büyük Gazi’mizi başımızdan eksik etmesin’’ der…
Reisicumhur da karşılık olarak şu cevabı verir: ‘’Trabzon ve Trabzonluları temsil eden zatıâlileriyle bir sofrada bulunduğumdan pek büyük bir memnunluk duyuyorum. Özellikle bugün yaptıkları karşılamadan, gösterdikleri samimiyetten dolayı çok mutluyum. Kadınların, çocukların, ihtiyarların gözlerinde yaş gördüm.
Arkadaşlar, beş sene evvel ilk kez Samsun’a ayak bastığım zaman bana kalp kuvveti veren vatandaşlarımızın en önünde Trabzonluların olduğunu asla unutmayacağım. Sakarya büyük savaş alanında Üçüncü Tümen ile yetişen Trabzon evlatlarının savaş alanında gösterdikleri fedakârlıkların kıymetli hatırası daima dimağımda menkuş (işlenmiş) olarak kalacaktır.
Bu bol verimli, ahalisi zeki, müteşebbis, çalışkan olan Trabzon’umuzu az zamanda içerlere demir yolu ile bağlanmış, güzel bir rıhtım ve limanla donatılmış görmek en seçkin amacımdır. Trabzon, Türk toplumunda cumhuriyetin zengin, kuvvetli, duygulu çok önemli dayanma kaynaklarından biridir. Böyle bir cumhuriyet şehri gelecekte gereken bütün bayındırlığa ve gelişmeye sahip olacaktır.’’
Trabzon’a ikinci defa 27 Kasım 1930’da gelen Mustafa Kemal Atatürk’ün üçüncü ve son gelişleri İzmir Vapuruyla 10 Haziran 1937’de olacaktır. Gördüğü sevgi ve bağlılık gösterilerinden son derece duygulanarak Trabzonlularca kendisine verilen köşk ve bütün çiftliklerini millete armağan ederek, “Mal ve mülk bana ağırlık veriyor. Bunları milletime vermekle ferahlık duyuyorum. İnsanın serveti, kendi manevi kişiliğinde olmalıdır. Yıllarca önce düşündüğüm bu işi Trabzon’da tamamlamak mukaddermiş“ diye Trabzon Soğuksu’dan halkına duyurarak, bütün mal varlığını ulusuna bağışlama kararına ilişkin düzenlettirdiği yeni belgelerin altını imzalıyordu.
Maalesef demiryolu özlemi ve gelecekte gereken bütün bayındırlığa ve gelişmeye sahip olma temennisi bu zamana kadar gerçekleşememiştir.
Hüzün mevsimindeyiz, çok derinden yaralandığımız bir 10 Kasım’da Atamızı özlem, saygı ve minnetle anacağız.
Duygusal ve anlamlı bulduğumdan, hemşerimiz Sunay Akın’ın anlatımından aktaracağım:
Atatürk’ün naaşı İstanbul’dan ayrılıyor, Ankara’ya götürülecek. İnsanlar üzüntülü, hüzün var her yerde… Karaköy’den geçerken birdenbire, ‘Çıt’ diye bir ses, Çıt! Çıt! Çıt! Aa! Gökyüzünden düğme yağdı…
Atatürk’ün o Bayrağa sarılı tabutuna düğme yağdı. Rengârenk düğmeler! Düğme yağıyor! Çıt! Çıt! Düğme yağıyor! Herkes yukarı bakar!
O caddedeki dükkânlarda, bürolarda Türkiye Cumhuriyeti’nin Yahudi Vatandaşları var pencerelerde… Ve liderlerini, bu güzel insanı kendi matem geleneklerine göre ‘’gömleklerinin ceketlerinin düğmelerini kopartarak’’ uğurluyorlar.
Nasıl bir görüntü, atların çektiği top arabasında Mustafa Kemal Atatürk’ün tabutu ve üstüne rengârenk düğmeler yağıyor, pencerede gözü yaşlı insanlar…
Gömleklerinin, ceketlerinin düğmelerini kopartarak uğurlama ne demekmiş biliyor musunuz?
‘’Ben senden sonra eksiğim’’ demekmiş… Aslında hepimiz eksik kalmadık mı?
Kendini adeta milletine adayarak her detayı etraflıca düşünmüş, okumuş, değerlendirmiş ve yazmış ki anlaşılmayacak hiçbir konu bırakmamış.
Bilime olan inancı ve güveni gereği sözlerim arasında tenakuz olursa bilimden yana olun demiştir.
Yaşayan olur durağan olmazsa yani çağa ayak uydurursa fikirler varlıklarını sürdürebilirler, aksi halde dogmatik olanlar, değişmeyenler yok olur giderler, gittiler de…
Ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü 86’ncı ölüm yıldönümünde saygı ve özlemle anıyorum, tek çıkış yolu Atatürkçülüğün anlaşılarak, içselleştirilerek uygulanmasındadır…