CELALLEŞMEK Mİ,  HELALLEŞMEK Mİ?


Erken ya da zamanında yapılacak seçim tarihi yaklaştıkça, birbirimize karşı seslerimizi daha da yükseltmekteyiz. Gün geçmiyor ki, akla hayale gelmez ifadeler ile birbirlerini suçlayan siyasilerin taklidini yaparak, düşmanın değirmenine su taşımış olmayalım! Sorumluluk makamında bulunan insanların sözlerine ve sorumluluklarına müdrik olması hepimizin en önemli beklentileri arasındadır. Ama gelin görün ki; hitabet bozuklukları, suçlamalar, itham ve dahi iftiralar halka göre daha üst makamlardan seslendirilip, belli çevrelerce bilerek ya da bilmeyerek pazarlanıyor. Bu durum toplumu alabildiğince kışkırtarak adeta birbirlerine düşman farklı kitleler haline getiriyor.

Bizi biz yapan bütün değerleri ihmal ve imha ederek varabileceğimiz bir hedefimiz olamaz. Geçmişte veya bugün; toplum olarak, siyasi, iktisadi, sosyal ya da dini guruplar olarak birbirimize karşı olan kulaktan duyma ithamlarla kinlendirdiğimiz gönüllerimizi, birbirimiz ile helalleşerek yumuşatmalıyız. Bu kinlenmenin galibi olamaz. Dinimiz, tarihimiz, kültürümüz ve medeni insan olma mecburiyetlerimiz bu ilkelliğe karşıdır. İnsanları sadece dünleri ile itham edip, bugünkü hallerini; inandırıcı bulmayıp onları daima geçmişleri ile imtihan etmenin doğru bir anlayış olmadığı ortadadır. Yüce dinimiz “zan” ile hareket etmeyi uygun bulmamakta ve reddetmektedir. 

Şunu bilmeli ve unutmamalıyız ki; Allah’ın takdiri olmadan hiçbir beşeri kazanım kişinin kabiliyetiyle olamaz. O zaman bugün, ülkemiz genelinde mevcut duruma bakarak onu kabul etmeyenlerimizin öncelikle kendilerini sorgulamaları elzemdir. Gayret bizden ama takdir Allah’tandır, unutmayalım!

İktidarı elde tutmak, ya da iktidara gelmek için nefislerimizin esiri olmamalıyız. Doğru ile yanlışı, helal ile haramı, güzel ile çirkini, siyah ile beyazı fark edip ayırabilmeliyiz. Mademki doğrunun, hakkın, hakikatin temsilcisi olmak istiyoruz, o zaman, yalan, iftira ve çamur atma yarışında ayak izlerimiz olmamalıdır. Güzellikte yarışmalı, küstüklerimiz ile barışmalıyız. Bilmeli ve unutmamalıyız ki; bir insanı her zaman aldatmak mümkündür. Bütün insanları bir defa aldatmakta mümkündür ancak; bütün insanları her zaman aldatmak mümkün değildir. Siyasilerimiz bunu bilmeli ve unutmamalıdırlar. Bu bir nasihat değil, gönül beklentimiz ve olması gerekendir.

Geçmişin yaşanmışlıklarını, sosyal sermaye olarak kullanmak isteyenler, aslında artık yeni hikâye yazma kabiliyeti ve başarısını kaybedenlerdir. Cahiliye dönemi Arapların yaşantısından sıyrılıp, İslam’ın nuru ile aydınlananları kimse geçmişi ile sorgulamıyordu ve aslında buna gerekte yoktu. Ölçümüz bu olacağına göre, geçmişin değil, geleceğin tasarımında yarışıp, gerekirse birbirimizin hayallerini yorumlamalıyız. İleriye gitmek ve eskinin paslanmış tezgâhlarında takılıp kalmamak için bu anlayışa bu gün daha çok ihtiyacımız olduğu ortadadır.

Günümüz siyasilerinin ve siyasi taraf mensuplarının birbirlerine her gün yeniden icat ettikleri ağır hakaretlerle saldırmaları gerçekleri asla değiştirmez. Nedir? O gerçekler diye merak edenler için söyleyelim; her gün, gözümüzün önünde olup bitenlerdir, duyduklarımız değil, gördüklerimizdir gerçekler. Bu millet, vakti zamanı geldiğinde, yalan demeyi, iftira atmayı, kabadayılık yapmayı marifet zannedenlere, kendi marifetini göstermekten hiçbir zaman çekinmemiştir. Çoğu kez geç kalmıştır ama asla vazgeçmemiştir.  Bunu unutmayalım ve celalleşme yerine, topyekûn bir millet olarak, bizi yok etmek isteyenlere karşı kucaklaşarak helalleşelim.