ÇAL BİR HORON HAVASI

Türkler, tarihin akışı içinde Orta Asya’dan batı dünyasına doğru akarken, hiç kuşkusuz sosyal kültürel özelliklerini de birlikte götürmüşlerdir. Yoğun göç dalgaları ve tutulan yeni vatanlarında, karşılaşılan değişik ulus ve halklarla da çok çabuk etkileşimde bulunmuşlardır.

Türkler Doğu Karadeniz Bölgesi’ne yerleştiklerinde yabancı olmadıkları bir doğa parçasıyla karşılaşırlar. Yöre çok engebeli, sarp, dik ve dağlıktır. Öte yandan bölgeyi kuzey yönünde baştan başa kuşatan, sürekli dalgalı ve hırçın bir deniz vardır.

Bu acımasız özellikleri içeren bir doğa üzerinde mücadele veren insanların tipik, yöreye özgü folkloru ve halk oyunları da böylece oluşmaya başlar. Birçok medeniyetin renklendirdiği kültür geçişlerinin yoğun yaşandığı bu coğrafyada bir Kemençe birleşeniyle kutsal bir ayin gibi başladık horona. Nerede bir durak, bir oturak yeri varsa orası horondüzüdür. Üstünde horon oynanmayan tek bir düzlük yoktur Karadeniz’de... Horon Karadeniz’in soluk alışı, yürek atışı, dalgalanışıdır. Horon doğa ile insanın el ele, kol kola şahlanışıdır.

Horon oynaya oynaya yolların bitirilmesi ve yayla düzüne silah atarak, nara atarak ve tabii ki horon oynayarak kollar halinde girmeleri, halka içinde saatlerce horon oynamaları bahara olan özlemin coşkuya dönüşmesi, dile gelmesidir. Trabzon’a özgü horonun yapısında tarım kültürünün varlığı apaçık ortadadır. İlkbahar aylarında tarla ve bahçelerde gruplar halinde yapılan kazımadaki, bellemedeki ritmik hareketler oyuna da yansımıştır. Bellemedeki kol, bacak ve vücuttaki hareketler başlı başına horon olayıdır. Dağ havasının, mısır ekmeğinin, hamsinin etkisi altında yoğrulan horonlar, hamsinin titreyişini ve çırpınışını ifade etmektedir. Karadeniz’de yalnız başına iş yapmak çok zordur. Horon; Karadenizlinin her işte el ele verilmesinin, birlikte çalışmaya duyulan ihtiyacın anlatımıdır.

Doğa yapısının sert ve dağlık oluşu, denizinin ve havasının kararsızlığı horon oyunlarında göze çarpar. Doğu Karadeniz Bölgesi’nde horon, kardeşliğin, dürüstlüğün, yiğitliğin ve mertliğin sembolüdür. Öte yandan, Karadeniz’in önce hafif sonra haşin, sert dalgalarının görünüşü ve bu büyük dalgaların kıyıdaki yankıları, bu dalgalar üzerinde denize batıp çıkan kayıklar, ağlara takılan balıkların çırpınışı horonun figürlerinde görülür. Denizin hırçın dalgalarındaki oynaklık, havasındaki kararsızlık halkın yapısına da yansımıştır. Bunun için çabuk kızar, çabuk dost olurlar. Cesur ve atılgandırlar. Çabuk sezer, çabuk karar verirler. Bu durum oyunda da göze çarpar. Oyuncular oynadıkça haz duyar, deniz dalgası gibi köpürür, coşar, rüzgâr gibi eser, yaprak gibi sallanır, sıçrar ve naralar atar. Oyuncuların birlikte yaptıkları omuz sallamalar, öne eğilmeler, çöküp-kalkmalar, ilerigeri gidip gelmeler, sağa-sola açılıp kapanmalar, kolların aşağı-yukarı-ileri hareketleri ayak sallamalar, diz kırmalar ve çömelmeler büyük bir coşku, titizlik, ciddiyet, samimiyet ve mutlak bir disiplin vardır. Horon; sevdaların başladığı, dertlerin haykırıldığı yerdir. Dili, inancı, kökeni ve rengi ne olursa olsun insanların el ele tutuştuğu ve hiç bir karşılık beklemeden yan yana geldiği bir ibadet gibidir. Horon aşktır, özgürlüktür, karşı duruştur... Horon eylemdir, horon direnmektir