ÇAĞI YAKALAMAK VE YAŞAMAK

Son teknolojiler ile mücehhez kılınmış medeni ülkelerin varlığı, anladığımız anlamda çağ dediğimiz zaman dilimini temsil eder. Bu gelişmişliklerden mahrum bütün milletler için elde edilmesi gereken en önemli ve yakın hedef “çağı yakalamak” ifadesi ile anlatılmaya çalışılır. Ardından da, bunun getireceği medeni insan olma vasfı, mutlu olmak, ihtiyaçları karşılanmış olmak, farklılıklara tahammül etmek anlamlarında yaşamak olarak anlatılmaya çalışılır. Yani; nefes alıp-vermek gibi bir yaşamak değil de, zamanın-çağın ürettiği bütün imkânlardan eşit şekilde bir insan olarak yararlanabilmek.

Çok zor olmayan ancak iştah ve ihtirasları kontrol edilemez devlet ev milletlerin zorlaştırdığı bu insanca yaşama hakkına ulaşmak, insanlık için tarih boyunca çok ta kolay olmamıştır. Hepsi benim olsun, önce bana gelsin, ben ne dersem o olsun anlayışının asırlarca; “değirmen taşında öğütülen darı” gibi insanları öğütüp yok ettiğini tarih bize anlatıyor!

Tarihin derinliklerinden hızlı adımlarla günümüze gelip modern dünyaya baktığımız zaman; düne göre kullanılan teknolojilerde müthiş değişim ve gelişimlerin olduğunu, geçmişte hayal bile edilemeyecek ürünlerin insan hayatını kolaylaştırmak için üretildiğini, insan beyninin ürettiği düşüncelerin, yine beyin hızı ile anında dünyanın her tarafına “internet” denilen teknolojik icat ile ulaştığını görüyoruz. Ama sevinerek seyrettiğimiz ve kullandığımız bu teknolojileri anlamsız hale getiren bir gerçeği de üzülerek paylaşalım ki, o da şu dur; Her şeyin değiştiğini, ancak insan egosunun, ihtirasının değişmediği gerçeğini görüyoruz. Hatta değişmemekle de kalmayıp, çağı şekillendiren ve insanın yaşamasını kolaylaştıran ve de güzelleştiren her türlü buluş, icat ve diğer gelişmelerin hızla yayıldığı bir dünyada, buna paralel olarak insan egosu ve ihtirası da o derece artmakta ve engellenememektedir.

Semavi dinlerin temel amacı, insanoğlunun bu ihtiras ve egolarını Allah’ın gönderdiği emirlere uyarak tedavi etmeye yöneliktir. Ancak insanoğlu bu noktada da bu ilahi emirleri kendi dar düşünce ve algılamalarına göre yorumlayıp, bu kurallara uymayan toplumların ve de insanların başına geçmişte gelen felaketlere de aldırmadan açgözlülüğünü bütün gücü ile devam ettirmektedir. Özellikle bizim gibi, kaderi; toplumun her türlü meşru beklentilerinin önüne olumsuz bir mecburiyet olarak koyarak kendi yaşantılarını dünya cenneti haline çeviren muktedirlerin yaşadığı Ortadoğu ülkelerinde bu anlayış hâkimdir.

İnsan aklının kullanılarak elde edilen teknolojik refahın, yine insan aklının kullanılmayarak geri kalmış ülkelerde heba edildiğine şahit oluyoruz. Aklın yargılandığı bu akılsızlıkların hâkim olduğu toplumlar ne acıdır ki bizim de içinde olduğumuz medeni dünyadan ayrı bir anlayışı inanç haline getirmeye çalışıyorlar. Böyle olunca; aklın önemsenmediği, bilimin dışlandığı, refahın tekelleştirildiği coğrafyalarda huzursuzluk yaşam şekline dönüştürülüyor. Oysa hepimizin gayreti teknolojinin getirdiği muhteşem imkânlardan yararlanıp, aklımız ile yarınlarımızı daha sağlam temeller üzerinde inşa etmeye yönelik olmalıdır.

Demokrasi anlayışı ve siyasi kültür olgunluğu henüz yeterli düzeye ulaşamamış toplumlar, kalkınmak ve mutlu yaşamanın yollarını arayıp bulmak için harcayacakları enerjilerini, birbirleri ile boşu boşuna kavga yaparak harcayıp çöpe atıyorlar. Tekrarı olmayan hayatın altın değerindeki yıllarını yok ediyorlar. Ülkemizde de; seçimden seçime alevlenen bu yok ediş yarışmaları toplumumuzu takatsiz ve de sahipsiz bırakıyor. Elbette ki kaderimiz olmayan içinde bulunduğumuz bu olumsuz dünyadan hep beraber aklımızı kullanarak, çağı yakalayıp hayatı doyumca yaşamak gerçeğine bir gün ulaşacağız.

O günü neden uzaklarda arıyoruz ki!