Çekirge sürüsü istilasına uğramış verimli topraklar misali; Üzerinde yaşadığımız vatan, Cumhuriyetle düşlediğimiz hedef, oluşan tarihsel ve kültürel bilinç, her türden insanal değer… bir uçtan diğer uça, rızasız bahçenin gülü misali! Derlenip, hoyratça budanıyor…
Cumhuriyetin simgesel kurumlarını, yaşamın zenginliği olan her şeyi… bir gün kendilerine de gerekecek olan yasaları, soluk alma alanlarını, yaşam biçimlerini… bu güzelim vatanı kesintisiz budamakta sınır tanımıyorlar.
Sanmayın ki; Yeninin sürgün vermesi, fidanın çiçeğe durması… daha iyi ve güzele ulaşmak içindir bu çaba. Bin kez hayır, ereklenen, yakıp, yıkmak, eksiltmek, silip yok etmekten yana hastalıklı bir ruh halinin sefil yansımasıdır.
Günün, zamanın her anında bu hoyrat budama eylemine denk geliyoruz. Sokakta, evde, iş yerinde, okulda, sırada, pazarda, politik arenada, tutunduğumuz her yerde ve her değerde…
Salt yakınmanın, eleştirinin pratikte yeterli ve yararlı olduğunu düşünmüyorum elbette. Belki vicdanımızın sesini bastırmak acısından bir yararı oluyordur. “Ne yapayım, yakındım, eleştirdim”, Kıyım, yıkım, soygun kervanına katılmadım, ama elimden de fazla bir şey gelmedi diyerek vicdanını susturmaya çalışmak da bir başka aldatmaca değil midir? İnsanın kendisini düşünce, duygu olarak aldatması da bir diğer yıkımdır.
Kişisel yetmezliklerde olduğu gibi, toplumu derinden etkileyen olaylarda da çözüm için öncelikle doğru tanı, teşhis koymak gerekir. Sorun veya sorunlar nereden kaynaklanıyor? Biz olanlar karşısında ne yapıyoruz? Bunları Neden-Sonuç ilişkisi bağlamında doğru değerlendirmeliyiz.
Toplumsal olay ve sorunların nedenlerini; salt kişilerde, belli makamlara ulaşmaya çalışan, liderlik histerisine kapılmış zayıf kişiliklerde aramak doğru değildir. Kimileri (ki çevremizde sıkça gözlemliyoruz) megalomaniye kapılır, kendisinde bazı üstün yetenekler, erdemler, artam olduğunu sanır, vehmeder, bu tür kuruntulara kapılır, övünmekten ve yüceltilmekten sonsuz haz alır… Kimileri ise özseverdir “narsisist” , salt kendine önem verir, kendine hayrandır.
Kimileri bu bağlamda daha da azıtır, kendini Tanrı’nın insanlığa bir lütfu, bir armağanı gibi görmeğe başlar, kimi sadece bencil, benmerkezcidir. Kimi parasızlık, eğitim düzeyinin düşük oluşu, başarısızlık, ailesinin sosyal statüsü gibi nedenlerle eziklik duygusuna (aşağılık kompleksine) kapılmıştır, yaşamı boyunca, nasıl ve ne karşılığında olursa olsun sadece para kazanıp, belli makamlara ulaşmaya çalışarak ezikliğini gidermeye çalışır.
Kişilerde tutkular, sanılar, kuruntular, hatta psikolojik sayrılıklar olabilir; isteklerini etik olmayan yöntemler kullanarak, kaba bir şekilde elde etmeye de yönelmiş olabilir. Biz toplum olarak sorunların kaynağını genelde kişilerde görme eğilimi içinde olduğumuzdan… çoğu kez kişiler değişirse sorunlarında çözümlenebileceği düşüncesine kapılırız. Kuşkusuz kişilerin nitelikleri önemlidir, kişiler etkili de olabilir. Ancak aynı ortamda çok farklı yapıdaki kişilerin ön plana çıkması, değişim sağlanması olası mıdır?
Deneyimlerden süzülmüş bir özdeyişimiz vardır; “gelen gideni aratır” diye. Bu önermenin izini sürebildik mi? Cumhuriyetimizin çok partili sisteme geçişinden bu güne iktidara taşınan partilerin başkanlarında; Benmerkezci ya da ben odaklı yönetim anlayışı ortak buluşma noktaları oluşturmuştur. Aşırı övünme, ayrımcılık; övenleri, bağlılık gösterenleri, kamu kesesinden nemalandırma; eleştirenleri bir punduna getirip cezalandırma, liyakat ehlini süründürme, kişiye özel yasalar çıkartarak kendi zenginini yaratmak.
Sandıktan kendisinin çıkması koşuluyla demokrasi, benden sonra tufan anlayışıyla ekonomi yönetimi, her açmaza düşüşte “kandırılma” riski ve en önemlisi geçmişten devredilerek günümüze dek süren “odunu göstersem seçilir” anlayışıyla belirlenen lider vekilleri!..
Sorarım size; şimdi kabahat ve eksiklik, mevsimsiz budama yapıp, rızasız bahçenin gülünü deren! iddia sahibinde mi, yoksa bu hakareti kabullenip, alkışlayan… odun yerine konulmakta bir beis görmeyen demokrasi engellilerinde mi?