Trabzon’a döndüm.
Annem tarifsiz bir üzüntü içindeydi. Yalnızdı ve gelmek istememişti İstanbul’a. Güçsüz hissedince topraklarına sığınır annem. Acılarını kendi içinde yaşayacaktı ve bazen köye gidip ekecek yeniden yeşertecekti tarlasını. Geçmişinde en sevilenleri yapmak mesela en sevdiği karalahana yemeğini pişirmekle avutuyordu kendini. Koca tencereye bakıp tükenmediğini görmek onu tüketse de, avunmak istiyordu geçmiş alışkanlıklarıyla.
Evlat acısını yaşamıştı yüreğinin en derinlerinde sonrada hayata tutunduğu çınarın gövdesi alındı ondan. Kocası Kurt Hüseyin’i 51 yaşında kaybetti.
Dönmedim bir daha İstanbul’a. Dönemezdim. Annem Zeliha ile yaşayacaktık kendi topraklarımızda.
Acılarını hiç bana belli etmedi üzülmemi istemiyordu. Hasta olmasına rağmen Karadeniz kadını güç demektir bu coğrafyada.
Yaratanın en kutsal hazinesinin içine toprağa doğar burada kadınlar; yeşilinde umut, hırçın mavisinde huzur bulur ve daima sarp kayalıklarından alır gücünü. Dik yamaçlarda dimdik durmayı öğrenir.
Şefkat kokulu elleriyle sarar buzağını. Mısırını, lahanasını tutkuyla koparır misafirlerine aş yapmak için son nefesine kadar nefesin hakkını verirken bahşedileni tükenmesin diye korur ve kıymetlendirir.
Yorulur da tabii...
Utanmadan, of demeden, toprağına sığınıp Rabbini anarken, şükrederken, kendine ve sevdiklerine yeniden yaşam yaratır.
Hırçın dalgaların değişken soylusudur bu kadınlar.
Kimi zaman pusludur buralar, dumanlı zirvelerde arar bulur yeniden insanlığı ve giyer üzerine delikanlı Karadeniz’in coşkulu türkülerini andıran rengarenk giysilerini ve babaannem Emriye gelir aklıma.
Anlattığı masalın sonunda hep şunu der torunlarına: “Buralarda sık sık ağlar gökyüzü. Bizi sever gökler çünkü dik yamaçlarda yağmur olmazsa aç kalır uşaklar ne ederiz, nasıl ederiz. Rabbimiz her daim bilir işini. Yarın erken kalkacuk uşuğum, haydi yatın.”
Gökyüzü ağlaşmalarınla ıslanmış yürekleri yumuşaktır Karadeniz’in kadınlarının ama bir o kadar da haksızlığa karşı hırçındır, bıçkındır, güçlüdür ruhları.
Yağmurlarla yıkanır yürekleri, Karadeniz kadınlarının. Dalgaların hırçınlığında ehlileşir, yamaçların kuytusunda yuvayı öğrenirler.
Sevdasına da, yuvasına da sahip çıkmayı bilir. Yoktan var etmek Allah’a mahsustur ama varı var etmek, sürdürmek kulun yaratana borcudur. Yaratana borçlu gitmez. Emanete sahip çıkar, ihanet etmez.
Bu fotoğrafları gösterdi bana annem bu coğrafyada ve bir gecenin sabahında 56 yaşında aniden bu dünyayı sessizce terk edişini izledi ağlayan yüreğimden sızan gözyaşlarımla.
Acıları bitmişti kimseye acı vermeden ve toprak ananın koynunda nihayet dinlenmişti.