Ramazan ayı yaklaşıyor, ister istemez dini konular ve din adamları gündeme gelecek. Bu ayın manevi atmosferinin tahtına kurulan, buyurucu, kerameti kendinden menkul “Din adamları” yine sahne alacak. Peki; bu halkanın içinde olma ihtiyacı duymadan, 12 aya ve cemaatine kendini adayan sessiz fakat etkili birileri de var mı?
Hadi hafızamızı yoklayalım.
Böyle biri var mı?
O, yeni tabirle bir “Din görevlisi”. Her an etkileşim içerisinde olduğumuz veya olma ihtimalimizin yüksek olduğu bir kimlik. İster cami cemaati olalım ister olmayalım yolumuzun mutlaka kesişeceği bir karakter. Toplumun rol model olmasını beklediği örnek insan. Herkeste saygı uyandırması beklenen gönül adamı. Bulunduğu makamın hakkını veren manevi emekçi.
Evet, böyle biri var ve O’nu tanıyorum.
Görüp, anlayabildiğim kadarıyla O;
*Bilinmezde değil bilinir de, anlaşılmaz da değil anlaşılırdaydı. Sade, yalın ve temiz Türkçesiyle kısa, net ve etkiliydi.
*Yukarıda ya da uzakta değil, yanımızda ve yakınımızdaydı. Kürsüde de, öyleydi. Sokakta da.
*Dışarıda değil içimizdeydi. Sevgisinin sıcaklığını, içtenliğini, derinliğini aracısız hissederdik hep.
*Söylemde değil eylemdeydi. “Hocanın yaptığına değil söylediğine bakın” sözünün ülkemizde geçerliliği varsa bu utanılacak bir durumdur.
O’nun söylemi eylemiydi. Eylemlerini rol model olma gayretiyle değil, inanmışlığın biçimlendirdiği naiflikle gerçekleştirirdi.
*Çatık kaşta değil, gülen yüzdeydi. Gülümseyen yüzüyle kucaklardı herkesi ve en hırslı anların bile üstesinden gelirdi kuşatıcı diliyle.
*Korkutmakta değil sevdirmekteydi. O’nu dinleyen herkes, ilahi yolculuğun rotasının korku değil sevgi olduğunu tez zamanda anlar ve hapsedilmek istendiği korku tünelinden çıkardı.
*Bolca cenneti anlatırdı tabii ki cehennemi de. Cehennemi, bir cehennem tüccarı edasıyla değil, gerçekçi ve fakat ürkütücü olmayan bir dille tanıtırdı. Cehennemden sakınmanın kolaylığına ve güzelliğine inandırmıştı cemaatini. Ama asıl derdi cennetin büyüsünü anlatmaktı. Bu dünyayı cennete çevirme gayretinde olanların ahirlerinin de cennet olacağına vurgu yapardı hep.
*Alan el değil, veren el durumundaydı. İnfak-paylaşım, O’nun dünyasının temel karakteriydi. Elinin ve gönlünün açıklığının, caminin yolunu hep açık tutacağına inanırdı
*Zenginde değil fakirdeydi. Evet, sohbeti ve eylemi zengin, fakat sofrasıysa fakirdeydi.
*Cenazemizde ve düğünümüzdeydi. Gözyaşımızı ve sevincimizi hep onunla paylaşırdık. Her türlü etkinliği hoş görür, imkânı varsa katılım sağlardı.
*Savaşta değil barıştaydı. İslam’ın barış dini olduğu gerçeğini her sözüne ve her davranışına sindirmişti. Düşmanlıkların bitirilmesi, dostlukların geliştirilmesi yolunda Müslümanın her türlü gayreti göstermesi gerektiğine önemle vurgu yapardı.
*İnzivada değil sokaktaydı. Şehrin nabzının attığı her yerde nefes olma gayretindeydi.
*Şikâyette-sitemde değil, memnuniyetteydi. Sürekli sitem, sürekli şikâyet yolları tıkar, kabullenerek el uzatmak yol açar diye düşünürdü.
*Ötekileştirmekten yana değil, kucaklamaktan yanaydı. Çatıştırmaya dönük kelimeleri dağarcığından çıkartmıştı adeta. Farklılıkları zenginlik alanı olarak görür, bu zenginliğin ülkemizin ebedi gökkuşağı olduğunu düşünürdü.
*Kavgada değil hoşgörüdeydi. Hoşgörünün en değerli güç olduğunu ve süreç içerisinde bütün mühürlü kalpleri açacağını düşünürdü.
Kısaca;
*Çay ocağında çayımızda, top oyunumuzda sahadaydı.
*Hastamızda hastanede, sohbetimizde evlerimizdeydi.
*Gözü; saçımızda-sakalımızda, kılık-kıyafetimizde değil, gönlümüzdeydi.
*Yardımın söyleminde değil, eylemindeydi.
*Aşırı ciddiyetin soğukluğunda değil, içtenliğin sıcaklığındaydı.
*Selamı herkese, vaazı birleştirmeye dönüktü.
*Bilgisinin tüccarlığını değil, emekçiliğini yapardı.
Dünyayı ve insanlığı önemser, ülkesini ve milletini çok severdi.
Aslında; yeryüzünde var olan her şeye karşı derin saygı duyar, koruma ve kollama tutumunu hayata geçirmeye çalışırdı.
O gönüllü bir din adamıydı.
Böyle biri var mı gerçekten?
Elbette var, var olmalı ve sayıları sayısız olmalı.